Devrimler çağının referans noktası KOMÜN

0 21
image_pdf

18 Mart 1871’de Paris Komünü ilan edildi. Emekçilerin ilk iktidarı Komünün ilanından bu yana 152 geçti.1848’den 1917 Ekim’ine giden bu “iktidar alma” cüretini yaratan yolda, “Karşılayalım bu kana susamış mezbaha cellatlarını/Öyle bir mezar kazalım ki onlara Paris’te/Tiranlara yaraşsın/Kum ve kaldırım taşlarından oluşturacağımız bu yığınlar/Can çekişen düşmana mezar olsun…” 23 Şubat 1848 gecesi Paris’in emekçi mahallelerinde barikatlar kurulurken bu şarkı söyleniyordu. (*)

PARİS KOMÜNÜ:

1800’lerin son çeyreğinde, rekabetçi dönemin işçi sınıfına iktidar yüzü göstermeyen ayaklanmalar çağı kapanırken, kapitalizmin tekelci dönemi, yani gerçek devrimler çağı başlıyordu ve bu arada eski sahnenin son gösterisini sergilemek yine kahraman Paris halkına düşmüştü.

Ama ne gösteri! Yüz elli yıldır burjuvaların ödünü patlatan şu hayalet, ilk kez ete kemiğe bürünüyor ve ilk kez ipleri eline almayı deniyordu. Topu topu 72 gün süren emekçi iktidarı, öyle muazzam bir sarsıntı yaratmıştı ki, etkileri bugüne dek sürüp gelecekti.

İşin doğrusu, Paris Komünü’ne klasik, bilinen anlamıyla bir ayaklanma demenin ne kadar doğru olduğu tartışmalıdır. Çünkü aslında 18 Mart 1871’de olan şey, alışılmış bir ayaklanmadan çok, kuşatma altındayken burjuvazi tarafından korkakça satılmış olan bir şehre proletaryanın “sahip çıkması”dır.

1870 yılında III. Napolyon tarafından başlatılan savaşın bir felakete dönüşmesi ve Kasım ayında Paris’in Prusya kuşatmasına girmesi olayların başlangıcıdır. Yoksulluk içindeki Paris bir de işgale uğramış, üstelik kendi burjuvazisinin imzaladığı anlaşma ile şehir resmen satılmıştır. Bu sıralarda aslında Paris çoktan kendini yönetme işine girişmişti bile. On binlerce Parisli “Ulusal Muhafızlar” adı verilen askeri birliklerin silahlı üyesiydi ve bunların şehrin savunulmasında önemli katkıları olmuştu.

Emekçi mahallelerindeki taburlar kendi subaylarını seçiyorlar ve Paris’te bulunan topları ele geçiriyorlardı. Şehir Ulusal Muhafızlarla birlikte Prusya birliklerine altı ay boyunca direnmiş ve Prusyalılar şehrin küçük bir bölgesine hapsedilerek durdurulmuşlardı. Kararlar artık resmi hükümet tarafından değil, muhafızların merkezi komitesi tarafından alınıyordu.

Başbakan Thiers, bu durumun tehlikeli bir iktidar merkezi yaratmaya başladığını görüyordu.

Yani ortadaki tablo, sözcüğün gerçek anlamıyla bir milli kriz-devrimci durum tablosudur. Yukarıda Lenin’den aktardığımız “milli kriz” tanımına yeniden dönüp bakan okurlarımız, büyük bir ihtimalle Lenin’in Komün koşullarını referans almış olabileceğini düşünebilirler ve bu herhalde doğru bir tahmin olur. Çünkü gerçekten de o tanımın tüm unsurları 1871 baharında Paris’te mevcuttur. 1871 baharında Paris, artık kimsenin eskisi gibi yaşamak istemediği, mevcut tablonun bütün temel unsurlarının derin bir çöküntüye uğradığı bir kenttir. Kent, fiilen yönetilemez haldedir; kimse de hain burjuvazi tarafından yönetilmeye razı olacak değildir. Lenin’in “kitle hareketinin yükselişi” dediği şey ise özel bir gözlem ya da ölçüm yapmayı gerektirmeyecek kadar bariz biçimde ortadadır. Emekçi kitleler o kadar sokaktadırlar ki, çoktandır evlerinin yolunu unutmuşlardır! Sözünü ettiğimiz şey artık yedisinden yetmişe ayağa kalkmış ve kendi güçlü kollarının bilincine varmış bir kenttir.

İşte tam da bu koşullarda topların emekçi halkın elinden alınması kararını veren Thiers’in yaptığı şey, fitilin ateşlenmesidir. Bu emri reddeden askerlerin de katıldığı ayaklanma hızla yayılırken her şey çığırından çıkacak, Thiers bütün avanesiyle birlikte Paris yakınlarındaki Versay’a kaçacaktır. Artık, 1871 baharında Fransa’da fiilen iki iktidar vardı. Paris’teki emekçi iktidarını temsil eden Ulusal Muhafızlar Merkez Komitesi, 26 Mayıstaki komün seçimlerini düzenliyor, değişik sosyalist görüşlerden, emekçilerden siyasi eylemciler bir halk meclisine dönüşmüş olan Komün üyeliğine seçiliyorlardı. Üstelik tarihte ilk kez, halk seçtiklerini geri çağırma hakkına da sahipti.

Komün, bütün yetersizliklerine ve ancak 60 gün iktidarda kalabilmesine karşın iki milyonluk bir şehrin emekçiler tarafından yönetilebileceğini kesin biçimde kanıtladı. Tüm kuşatma boyunca kiraların hafifletilmesi, gece işinin kaldırılması, giyotinin kaldırılması, görev sırasında öldürülen Ulusal Muhafızların eşlerine olduğu kadar, eğer varsa çocuklarına da aylık bağlanması, savaş sırasında tüm işçiler aletlerini rehine vermeye zorlandığından şimdi hepsinin karşılıksız iadesi, borçların ertelenmesi ve faizin kaldırılması, sahipleri tarafından terkedilmiş fabrikaları işçilerin işletmeye devam etmesi gibi bir dizi önlem bu 72 güne sığdı.

Ayrıca Komün, zorunlu askerliği kaldırdı ve onun yerine silah kullanabilen bütün şehirlilerden kurulu Ulusal Muhafızı inşa etti. Kilisenin bütün mülkünü devletin yaptı ve dini okuldan uzaklaştırdı. Kiliselerin dinsel faaliyetlerinin devamı ancak ve ancak akşamları yapılan politik toplantılara kapılarını açarsa mümkün olabilecekti. Bu durum kiliseleri Komünün asıl siyasi merkezleri haline getirdi. Diğer kanunlar eğitimi iyileştiren ve teknik eğitimi herkes için mümkün hale getiren reformlarla ilgiliydi.

Kısa varlığı boyunca Komün, önceden kaldırılmış olan Fransız Cumhuriyetçi Takvimini benimsedi ve üç renkten ziyade kızıl bayrağı kullandı.

Konsey üyelerinin (temsilci değil delegeydiler) yasama kadar yürütme işlerini de yerine getirmesi beklenmekle birlikte, işlerin çokluğu değişik faktörler tarafından kolaylaştı. Kuşatma boyunca mahallerdeki sosyal ihtiyaçları (kantinler, ilk yardım istasyonları) karşılamak için kurulan pek çok plansız organizasyon artarak devam etti ve Komünle işbirliği içinde çalıştı. Aynı zamanda yerel işçilerin yönetimindeki bu yerel meclisler hedeflerinin peşine düştü. Komün konseyinin resmi reformizmine rağmen, Komünün bileşimi daha çok devrimciydi. Sosyalistler, anarşistler, Blanquistler ve özgürlükçü cumhuriyetçiler buradaki devrimci eğilimleri oluşturuyordu.

Sonuç olarak nereden bakılırsa bakılsın, bu 72 günde yapılanlar, daha sonraki bütün sosyalizm deneyimlerine ışık tutacak nitelikte olmayı hak ediyordu. Aradan yüz yıldan fazla süre geçmiş olduğu halde Komün deneyimi, sıcaklığını korumaktadır.

Ve tabii aynı zamanda hatalarıyla da…

“Bu Parislilerde, ne çok esneklik, tarihsel insiyatif ve fedakarlık yeteneği var! Dış düşmandan çok içteki hainlerin sebep olduğu altı aylık açlık ve perişanlıktan sonra, Fransa ile Almanya arasında hiç savaş olmamış ve düşman Paris’in kapılarında değilmiş gibi, Prusya süngüleri altında ayağa kalktılar. Tarihte böyle bir büyüklük örneği daha yoktur. Yenilselerdi tek ayıplanacak şeyleri “iyi huylulukları” olacaktı.” Böyle diyordu Marks ve gerçekten de Komün’ün en büyük hatası, Marks’ın da dediği gibi, Versay’a çekilmiş olan hain burjuvaziye karşı saldırıya geçmemesi ve bu fesat yuvasının kendini toparlayıp güç kazanmasına izin vermesiydi. Pusuda bekleyen Thiers, kendini yeterince güçlü hissetmeye başladığı andan itibaren saldırıya geçecekti.

Ayrıca, içinde milyarlarca frankın olduğu Paris’teki Fransız Ulusal Bankası Komüncüler tarafından dokunulmadan ve korumaya alınmadan bırakıldı. Çekinerek, buradan para alıp alamayacaklarını sordular (ve şüphesiz bu para onlarındı). Komüncüler bankadaki paralara dokunmaya çekindiler çünkü eğer böyle yaparlarsa dünyanın onları kınayacağından korkuyorlardı. Böylece büyük miktarda para Paris’ten Versay’a, Komünü ezen ordunun kurulması için nakledildi.

Bunlar ve kırları yedekleyememeleri, yeterince atak olmamaları, vb. hepsi trajik hatalardı. Örneğin taşra kentlerindeki komün denemeleri çok zayıf kalacaktı.

Ve karşı devrim, bu hataların hiçbirini affetmedi.

Komün 2 Nisan itibariyle Versay Ordusu’nun hükümet güçleri tarafından saldırıya uğradı ve şehir bombardımana tutuldu. Burjuvalar, sözde düşmanları olan Prusya ile de anlaşmışlar ve onların serbest bıraktığı esir askerlerle birlikte kuvvetlerini 200 bine kadar çıkarmışlardı; Komün ise 40 bin savaşçıya sahipti.

Önce Courbevoie banliyösü ele geçirildi ve Komünün kendi güçleriyle verdiği geç bir karşılık, Versay üzerine yürümesi başarısızlığa uğradı. Savunma ve hayatta kalma giderek zorlaştı. Paris’in çalışan kadınları burada artık hayati bir rol oynuyordu. Ulusal Muhafız ordusundaydılar ve Montmartre’a giden yolda kilit bir nokta olan Place Blanche’da kahramanca dövüşen bir tabur meydana getirdiler. Marks onları “ilkçağ kadınları gibi kahraman, soylu ve özverili gerçek Parisli kadınlar” diye selamlıyordu.

Paris’teki siyasi mültecilerden ve sürgünlerden de güçlü bir destek geldi: bunlardan biri, Polonyalı eski subay ve milliyetçi Jaroslaw Dobrowski’ydi ve Komünün en iyi generali oldu. Komün tamamen enternasyonalizm’e inanıyordu ve bu kardeşlik adına I. Napolyon’un zaferlerini kutsayan ve bir şovenizm anıtı olan Vendome Sütunu yıkıldı.

Paris’in dışından işçi sendikası ve bazıları da Almanya’dan olan sosyalist organizasyonlardan moral ve iyi dilek mesajları geliyordu. Ama diğer Fransız şehirlerinden önemli yardımlar görmek yolundaki beklenti kısa zaman içinde son buldu. Thiers ve Versay’daki bakanları Paris’ten dışarı akan tüm enformasyonu engellemişti ve Fransa’nın kırsal ve kentsel bölgelerinde Paris’te olup bitenlere karşı her zaman şüpheli bir yaklaşım oldu. Narbonne, Limoges ve Marsilya’daki hareketlenmeler de hızlıca ezildi. Köylü ayaklanmaları sırasındaki durum şimdi tersine dönmüştü. Şimdi de köylüler olup bitenleri kaygıyla izliyorlardı.

Gittikçe kötüleşen durum karşısında, Konseyin bir bölümü bir “Kamu Güvenliği Komitesi” yaratılması yönünde bir karar aldı. Bu komite 1792’de de aynı adla kurulan, geniş ve merhametsiz bir güce sahip olan bir Jakoben kuruluşundan esinlenilmişti. Fakat güçlü bir merkezi otoritenin işe yarayabileceği zaman artık neredeyse geçmişti.

21 Mayısta Paris’in batıdaki şehir duvarlarındaki bir kapı yıkıldı ve Versay birlikleri şehrin işgaline başladı. Öncelikle zengin batı mahallelerine girdiler ve ateşkesten sonra burayı terk etmeyen zengin mahalle sakinleri tarafından sevinçle karşılandılar.

Bu arada bütünlüklü olarak tasarlanmış bir savunma yerine, şimdi her mahalle umutsuzca ve kendisi için dövüşüyordu. Dar sokaklardan oluşan ağlar, erken Paris devrimlerinde şehri zapt edilemez bir hale getirdiğinden, bu sokaklar şimdi geniş bulvarlarla değiştirilmişti. Versay ordusu merkezi bir komutanın ve modern topçu ateşinin hükmünü sürüyordu.

Saldırı boyunca, hükümet topçuları silahsız vatandaşları katletti: mahkumlar derhal öldürüldü ve orta yerde birçok idam gerçekleştirildi. Paris ev ev dövüşüyordu. Hükümetin toplamdaki kayıpları 900 kadardı. Versay bunun öcünü kat be kat fazlasıyla aldı.

En sert direniş emekçi sınıfların daha yoğun olduğu doğu bölgelerinden geldi. Savaş şiddetli sokak savaşlarının yapıldığı sekiz gün boyunca sürdü. 27 Mayıs’la birlikte yalnızca en yoksul mahalleler olan Belleville ve Menilmontant’ta birkaç sağlam direniş bölgesi kalmıştı.

28 Mayıs itibariyle, öğleden sonra 4 civarlarında Belleville Ramponeau’daki son barikat düştü ve burjuvazinin kasabı Marshall MacMahon bir duyuru yayımladı: “Paris sakinlerine. Fransız ordusu sizi kurtarmaya geldi. Paris artık özgür! Saat 4 itibariyle askerlerimiz son isyancı noktasını da ele geçirdi. Bugün savaş sona erdi. Düzen, çalışma ve güvenlik yeniden sağlandı.”

Ama sona eren yalnızca savaştı; katliam değil! Versay hükümeti son derece vahşice davrandı. Son direnişçiler şimdi Komüncüler Duvarı denilen Pere Lachaise Mezarlığındaki duvarın önünde vuruldular. Günler boyunca sayısız erkek, kadın ve çocuklardan oluşan komün destekçilerinin oluşturduğu insan seli, işkenceler ve zenginlerin tükürük yağmuru altında Versay’daki hapishane bölgesine acılar içinde yürüdü ve kurşuna dizildiler. Kanlı Hafta boyunca öldürülenlerin sayısı 30 binden fazlaydı. Daha sonra öldürülenlerle birlikte bu sayı 50 bini aşacaktı. 7 Bin kişi ise adalara sürüldü.

Böylece Paris bir kez daha emekçilerin kanıyla yıkanırken, bir dönemin de son perdesi kapanıyordu. Mac Mahon’un ahmakça böbürlenmesi doğruydu evet; savaş sona ermişti ama yalnızca Paris’te ve yalnızca bir süreliğine! Henüz yeni başlayan şey ise koskoca bir devrimler çağından başkası değildi. Düzen sağlanmıştı, evet; ama asıl “düzensizlik” şimdi başlıyordu. Kapitalizmin tekellerle birlikte içine girdiği çağ, sürekli ve genel bunalım çağıydı ve artık devrimlerin birbirini izlemesi kaçınılmazdı.

Üstelik bunlar, artık öyle 72 günlük provalar da olmayacaktı…

Paris’te yarım kalan hesap, Ekim devrimi ile görülecekti.


* Bu yazı, Marksist devrim teorisi ve devrim stratejisi (Devrim deneyimleri) başlıklı çalışmadan alınmıştır.


image_pdf
Bunları da beğenebilirsin

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.