-YEMEN DİRENİŞİNİN ORTAYA ÇIKIŞI (1)
Yemen’i ve dünyadaki gelişmeleri takip eden kimseler için Ensarullah hareketini yakından tanımak büyük bir önem arz ediyor. Lübnan’ın el-Menar televizyonu, Ensarullah hareketini inceleyen bir dosyaya yer verdi, biz bu dosyanın çevirisini değerli okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz:
Seyyid Hüseyin el-Husi’nin şehadetine kadar olan dönem
Yemen’deki Ensarullah hareketinin son yıllarda kazandığı güç uluslararası ve bölgesel meselelerle ilgilenen analistlerin dikkatini çekti. Özellikle de mevcut şartlarda bu örgüt, Yemen’deki birçok partiyi ve grubu kendisiyle birlikte hareket etmeye sevk etti.
Sahip olduğu halk desteği, eski cumhurbaşkanı Mansur Hadi’yi Yemen’den kaçmaya mecbur etti. Ensarullah’ın ortaya koyduğu güç öylesine büyüdü ki tüm Arap liderlerini ve onların Amerikalı efendilerini dehşete düşürdü. Nitekim geçtiğimiz günlerde bu dehşetten kaynaklanan bazı tepkilere tanık olduk. Suudilerin askeri seçeneğe başvurmaları bunlardan biri sayılabilir. Bu çerçevede Yemen’i ve dünyadaki gelişmeleri takip eden kimseler için Ensarullah hareketini yakından tanımak büyük bir önem arz ediyor.
Lübnan’ın el-Menar televizyonu, Ensarullah hareketini inceleyen bir dosyaya yer verdi, biz bu dosyanın çevirisini değerli okuyucularımızın dikkatine sunuyoruz:
“Allahu Ekber, kahrolsun Amerika, kahrolsun İsrail, Yahudilere lanet olsun, zafer İslam’ındır!” sloganı ilk kez 17 Haziran 2002’de Sada kentindeki bir okulun bahçesinde duyuldu.
Diktatörlerin ve zorbaların zorlu bir savaş başlatması için bu slogan yeterliydi. Bu savaş Amerika’nın eski Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’ten istemesi ve Suudilerin de onayı ile başladı.
Bu çerçevede Husilere karşı altı savaş yapıldı. İlk savaşta Husiler partisinin kurucusu Seyyid Hüseyin Husi, şehit edildi. Güçlü bir örgüt olan Ensarullah adlı hareket ortaya çıktı ve Yemen’in en önemli siyasi aktörlerinden biri oldu.
Ensarullah kimlerden oluşuyor?
Ensarullah örgütü, Seyyid Hüseyin Bedreddin el-Husi’nin konuşmalarının ışığında, Sada kentinin Merran bölgesindeki İmam Hadi okulunda kuruldu.
Yemenli araştırmacı ve Yemen Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Abdulmelik el-Aczi’nin ifadesiyle, Ensarullah hareketi Seyyid Hüseyin’in bir ömür fikri ve siyasi tecrübesi sonucu elde ettiği bir ıslahat projesiydi.
Bu sebeple Ensarullah örgütünün Seyyid Hüseyin el-Husi’nin düşüncelerinin özü olduğu söylenebilir. Seyyid Hüseyin el-Husi, şiddetli saldırılara uğradı ve 2004’te de şehit edildi; ancak Seyyid Hüseyin el-Husi’nin şehit edilmesine kadar Ensarullah örgütü bugünkü mevcut şeklini almamıştı. Şehit Husi, hayatta olduğu dönemde bu konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: “Bizim partimiz yok, siyasi örgütümüz yok, biz yalnızca Müslüman bir grubuz. Bize karşı savaş başlatmalarının sebebi, Amerika’ya ve İsrail’e karşı mücadele edip halka Kur’an-ı Kerim’i hatırlatmamızdır. Onlar, Amerika’nın emirlerini uygulamak istiyorlar.”
Seyyid Hüseyin el-Husi kimdir?
Seyyid Hüseyin el-Husi, 1959’da Sada ilinin er-Ruveys kentinde dünyaya geldi. İlim ehli bir ailede yetişti. O, Yemen’in en seçkin Zeydi ilmi mercilerinden biri olan Seyyid Bedreddin Emireddin el-Husi’nin oğluydu. Bu ilişkinin de çok açık bir şekilde gösterdiği üzere bu aile, siyasi bir aile olmaktan çok ilmi ve dini bir aileydi.
Seyyid Hüseyin’in dedesi Seyyid Emireddin, zalim yönetime karşı tavır sahibiydi ve zalimlerin yönetimi altında Cuma namazı kılınmayacağına inanıyordu. Onun bu tavrının sebebi Cuma namazlarında zalim yöneticiye dua ediliyor olmasıydı. O ise zalim yöneticiye dua etmenin zalimi kabul edilebilir kıldığına ve bunun da bir zulüm olduğuna inanıyordu.
Seyyid Hüseyin’in babası siyasetle çok ilgili olduğundan radyodan sürekli olarak haberleri dinlerdi. Amcası Abdulkerim el-Husi ise 1962 yılındaki olaylarda camide şehit edilmişti.
İran İslam Devrimi’nden sonra Seyyid Hüseyin ve babası, Yemenlilerin çoğu gibi İmam Humeyni’ye büyük bir hayranlık duydu. İmam Humeyni, yaşantısı ve devrimiyle Zeydilerin yetiştiği değerleri hayata hâkim kıldı. Hatta o dönemde Yemenli âlimlerin birçoğu İmam Humeyni’nin Zeydi olduğunu söylüyordu; çünkü Zeydilik düşüncesi devrimciydi ve onların düşüncesinin temeli zalime karşı kıyam etmek ve iyiliği emredip kötülükten sakındırmaktı.
O dönemde Yemenliler ve Husi ailesi, İmam Humeyni’yi bir kurtarıcı olarak görüyordu. Onlara göre İmam Humeyni, halkın Kur’an’ın öğretilerini anlamasını sağlamış ve başlattığı kıyamla Müslümanların Doğu’dan da Batı’dan da bağımsız olan bir İslam ülkesi kurma arzusunu gerçekleştirmiş bir kimseydi.
İran’a yolculuk
Seyyid Hüseyin Husi, 1986 yılında damadıyla birlikte İran’a gitti. Dr. Abdurrahim el-Hamran bu yolculuk ortamını şöyle anlatıyor: “Gerçek bir devrimci olan Seyyid Hüseyin Husi, İslam Cumhuriyeti’ne gitti. O, İran’a ulaşmak için büyük çabalar sarf etti. Çünkü o dönemde İran savaş halindeydi ve çok sıkı güvenlik önlemleri uygulanıyordu. Seyyid Husi ise o dönemde meşhur biri değildi. Seyyid Husi, kendisini İran’a ulaştıracak bir kanal bulmak için Suriye’de bir ay kaldı. İran’da ikamet süresi 18 gündü ve o, bu süreyi Irak ve İran ulemasıyla görüşmeler yaparak geçirdi.”
Dr. Hamran, Seyyid Hüseyin’in bir sözünü de naklederek şöyle diyor: “Bu bayrağın yani İmam Humeyni’nin bayrağının eşi yoktur. O, bir süre de Bedir ordusuna katılmayı düşündü. Bedir Ordusu o dönemde yeni kuruluyordu. Hedefi de Saddam Hüseyin’in dayattığı savaşta İslam Cumhuriyeti’ni savunmaktı.”
Seyyid Hüseyin el-Husi ve babası, 1990 yılında bazı Zeydi liderlerle birlikte el-Hak partisini kurdu. Fakat çok fazla bir zaman geçmeden Yemen rejimi ve Suudilerin parti liderleri arasında çatışma çıkarma çabaları sebebiyle bu ikisi partinin bazı seçkin liderleriyle birlikte partiden ayrılmayı tercih etti. Bunun üzerine üç bin kişi de partiden ayrıldı; çünkü artık parti iç reformlarını yapamayacak kadar güçsüzdü.
Ondan sonra Seyyid Hüseyin, Dr. Abdurrahim Hamran’ın da bulunduğu bir grup insanla birlikte “Mümin Gençler” örgütüne katıldı. Bu örgüt, Seyyid Hüseyin’in kardeşi Muhammed Husi ve bazı arkadaşları tarafından kurulmuştu. Onlar, Seyyid Hüseyin’den ve Dr. Hamran’dan örgüte katılarak kendilerine yardım etmelerini istediler. Bu örgütün amacı, gençleri Yemen’de yayılmaya çalışılan Vehhabilik gibi yıkıcı ve sapkın düşüncelere karşı korumaktı.
Seyyid Hüseyin, yüksek lisans diplomasını 1993-1997 yılları arasında Sana Üniversitesinden almış; ondan sonra da milletvekili olarak parlamentoya seçilmişti.
Seyyid Hüseyin’in Irak’a yolcuk yaptığı dönemde Irak, Kuveyt’i işgal etti ve Seyyid Hüseyin de bu sebeple Irak’ta daha uzun süre kalmak zorunda kaldı.
Yemen ordusu ile Sosyalist Parti arasında 1994 yılında yaşanan savaştan sonra Ali Abdullah Salih Yemen ulemasını topladı ve onlardan sosyalizm aleyhine tavır almalarını ve onlara vurulacak her türlü darbeyi meşru görmelerini istedi.
Müslüman Kardeşler’in Yemen kolu olan Islah Partisi’nin liderlerinden Abdullah el-Ahmer, hatıralarında şöyle diyor: “Ali Abdullah Salih, halkı sosyalizme karşı kışkırtma ve onları tekfir etme sorumluluğunu bu âlimlere verdi.”
Seyyid Bedreddin’nin (Seyyid Hüseyin’in babası) de yer aldığı bazı âlimler Ali Abdullah Salih’in bu önerisine karşı çıktı. Salih, bunu kabul ettirmek için onlarla sürekli temas halindeydi. Seyyid Hüseyin de bu zalimce saldırıya karşı çıktı ve bu akıma karşı protesto gösterisi düzenledi. Parlamentoda da Salih’in bu zalimce talebine karşı çıktı. Onun bu muhalefeti, Seyyid Hüseyin’in sosyalistlerle müttefik olmakla suçlanması için yeterli oldu.
Nihayet savaş bittikten sonra Yemen rejimi Seyyid Hüseyin’e suikast yapma çabası içine girdi. Bu çerçevede onun odasına RPG roketiyle saldırı düzenlendi.
Yemen basınından Hamid Rızık, şöyle diyor: Allame Bedreddin Husi, kendisinin hayatının tehlikede olduğunu biliyordu. Çevresindekileri Yemen’den ayrılmaya ikna etti. Allame Husi Yemen’den ayrılıp Arabistan’a gitti; ancak Kral Fahd ona 10 günden fazla ikamet izni vermedi. Bu yüzden de önce Ürdün’e, sonra Suriye’ye ve oradan da İran’a gitti ve bir yıl orada ikamet etti.
Seyyid Hüseyin, 1995 sonlarında babasını Sada’ya geri getirmek için İran’a gitti. Meşhur söylentilerin aksine Seyyid Hüseyin hiçbir zaman Lübnan’a gitmedi. Seyyid Hüseyin daha sonra Müslüman Kardeşler’in kurucusu olan Hasan el-Benna’nın oğlu Seyfulislam Benna ile görüştü. Seyyid Hüseyin bu dönemde Şeyh Ömer Abdurrahman’la da görüşmek için çaba gösterdi.
Akademisyen olmak isteyen Seyyid Hüseyin, öğrenimine devam edip doktora yapmak için Dr. Hamran’la birlikte Sudan’a gitti. Orada dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen öğrencilerin ve hocaların görüşlerinden istifade etti.
Husilerin dört cümlelik sloganının macerası
11 Eylül 2011’deki olaydan önce Seyyid Hüseyin Husi, Merran’a geri döndü. O dönemde Amerikan Başkanı George W. Bush, “Dünya ya bizden yanadır ya da bize karşıdır” demişti. Seyyid Hüseyin Husi, ona “Biz küfür cephesinden yana değil, İslam cephesinden yana olmalıyız” diyerek cevap verdi. O dönemde Husiler, toplumsal faaliyetlere ve halka hizmet çalışmalarına yöneldiler.
Seyyid Husi, o sırada İmam Hadi okulunda konuşma yapıyordu. Konuşmasında Müslümanların hastalığının vahdetten ve Kur’an-ı Kerim’den uzaklaşmak olduğunu vurguladı. Halktan vahdeti sağlayıcı bir etken olarak Kur’an’ı Kerim’e dönmesini istedi ve şunları söyledi: “Müslümanların Kur’an-ı Kerim’in metni üzerine bir ihtilafı olmadığına göre Kur’an’a dönülmeli ve ihtilaflara sebep olan tefsirler ise bir kenara bırakılmalıdır.”
Amerika’nın “İslami terörizm” diye adlandırdığı şeye karşı Afganistan’da savaşa başlaması ve Irak’ı tehdit etmesinden sonra Husiler ve taraftarları, “Kahrolsun Amerika, kahrolsun İsrail, Yahudilere lanet olsun, zafer İslam’ındır” şeklinde slogan atmaya başladı.
Yemen Cumhurbaşkanı o günlerde Seyyid Hüseyin Husi’ye mesaj göndererek bu sloganı terk etmelerini istedi ve “aksi halde sana asla acımayacak birini senin üstüne gönderirim” diye tehdit etti.
Seyyid Hüseyin, Yemen cumhurbaşkanının kendisini General Ali Muhsin el-Ahmer ile tehdit ettiğini anlamıştı. O, Vehhabi düşüncelere sahip Suudilerin safında biriydi ve Ali Abdullah Salih’in kanlı eliydi. Seyyid Husi o gün kendisine şöyle cevap gönderdi: “Benim halk üzerinde bir hâkimiyetim yok bu sebeple onlara engel olamam; ama siz resmi olarak bir kanun çıkarıp bu sloganı yasaklayabilirsiniz.”
Böylece Seyyid Hüseyin Husi, bu slogandan vazgeçmeyi kabul etmedi ve Amerika ile Suudilerin emri ile Ali Abdullah Salih, ona karşı savaş başlattı.
Ali Abdullah Salih, mesaj göndererek Seyyid Hüseyin Husi’yi görüşme yapmak için başkent Sana’ya çağırdı. Ancak Seyyid Husi bunu kabul etmedi ve “İnşallah uygun bir zamanda anlaşmaya varırız” dedi. Seyyid Hüseyin Husi’nin Sana’ya gitmeyi kabul etmemesinin sebebi, savaş kararının daha önceden alınmış olmasıydı. Salih de Husilerin kendisiyle görüşmediğini belirterek 2004 yılında savaş ilan etti.
Ali Abdullah Salih, Husileri yok ederek Amerika’yı ve Suudileri memnun etmeyi ve onlar nezdinde Saddam Hüseyin’e destek veren tutumunu telafi etmeyi istiyordu. Öte yandan Amerika da İsrail ve Amerika’nın kırmızı çizgi olduğunu ve sloganla dahi olsa bu çizgiye yaklaşılmaması gerektiğini ispat etmek istiyordu. Ayrıca Amerika Husilerin yaratacağı tehlikenin de farkındaydı. Öte yandan Suudiler de Seyyid Hüseyin Husi’nin babasına yönelik eski bir kine sahipti. Çünkü Suudiler de Allame Bedreddin el-Husi’nin geçmişte Kral Fahd’ın isteğini reddetmesini unutmamıştı. Kral Fahd, Irak’ın Kuveyt’e saldırdığı ve Ali Abdullah Salih’in de Saddam’ı desteklediği dönemde Allame Bedreddin Husi’den Salih’e karşı durmasını istemişti.
2004’teki ilk savaş
Husilere yönelik birinci savaşta o dönemde kuzey bölgesi komutanı olan General Ali Muhsin el-Ahmer, bu savaşta askerlerin büyük çoğunluğunu komuta ediyordu. Abdurrahim el-Hamran şöyle diyor: “O dönemde operasyon süresinin uzaması üzerine 12 Amerikalı subay da kurdukları özel bir operasyon odasıyla bu savaşı yönetiyordu.” O, sözlerine şöyle devam ediyor: “Onlar bölgeyi öylesine kuşatmıştı ki 82 gün boyunca bu bölgeye bir bidon süt bile giremedi. Eğer güçleri yetseydi bu bölgenin havasını bile keserlerdi. Onlar basına bölgeye yaklaşma izni vermiyordu. En yakın medya muhabiri, el-Arabiya’nınkiydi onlar da bölgedeki olayları Merran kentinin 50 kilometre uzağından bildiriyordu.”
Yemenli yetkililer, çok feci katliamlar yaptı. Seyyid Hüseyin Husi, o dönemde kendisiyle irtibat kuran BBC’ye şunları söyledi: “Onların bize bir günde yaptığı saldırı, Amerikaların Bağdat’ın veya Felluce’nin mahallelerine yaptığı saldırıdan çok daha şiddetliydi.” Bütün bunlara rağmen, Seyyid Husi’nin damadının tabiriyle tüm imkânsızlıklara rağmen Husi yiğitleri kahramanca mücadele ediyordu.
Bu savaşta Yemen ordusunun Seyyid Hüseyin Husi’ye suikast yapmak için kullandığı araçlardan biri de hile ve aldatmaydı. Yemen ordusu, bir gece Curf Salman bölgesine (Sada dağında Seyyid Hüseyin’in sığındığı bir bölge) çok miktarda petrol boşalttı ve daha sonra da bölgeyi ateşe verdi. Bu ise oradaki herkesin ölmesine veya yaralanmasına sebep oldu. O gün Seyyid Hüseyin de başından, ayağından ve gözünden yaralanmıştı. Hatta Husi direnişçilerinin silahları tükenmişti. Onların ellerinde kalan tek şey bir bombaydı ve onu da Abdulhakim atmış ve şehit olmuştu.
Bundan sonra Seyyid Hüseyin, ordunun komutanlarıyla konuştu. Onlar kendisine dışarı gelmesini ve ona bir zarar verilmeyeceğini söylediler. Seyyid Hüseyin, oğlu ve bir arkadaşıyla birlikte komutanlarla görüşme yapmak için çıktı. Bunun üzerine ordu bundan istifade etti ve bölgeye girdi, çok sayıda kişiyi yaraladı ve esir aldı. Seyyid Hüseyin de komutanlarla görüşmesi sırasında öldürüldü.
Seyyid Hüseyin’in damadı şöyle diyor: “Sabit Cevvas adlı bir Yemen ordusu subayının bilinmeyen biriyle telefon görüşmesi yaptıktan sonra silahını Seyyid Hüseyin’e doğrultup ateş ettiğini ve onu şehit ettiğini söylediler. Bu subayın daha sonra Abdurabbih Mansur Hadi’nin özel muhafızlarının komutanı olarak tayin edilmesi tuhaf değil.”
-YEMEN DİRENİŞİNİN ORTAYA ÇIKIŞI (2)
Seyyid Hüseyin’in şehadetinden şimdiki lider Seyyid Abdulmelik’e kadar olan dönem
Lübnan’ın el-Menar televizyonunun Ensarullah Hareketini konu alan araştırmasının birinci bölümünün çevirisini daha önce sunmuştuk. O bölümde Yemen direnişinin oluşumu, Husilere yönelik ilk savaş ve Seyyid Hüseyin el-Husi’nin şehit edilmesi ele alınmıştı. Şimdi Yemen direnişini konu alan dosyanın ikinci bölümünün çevirisini sunuyoruz.
Seyyid Abdulmelik el-Husi
Ülkeye olan büyük inanç ve Allah’a olan mutlak iman, bu hareketin Yemen’in en çok sözü edilen güçlerinden biri olarak ülkenin çağdaş tarihinde etkili olmasına yardım etmiştir. Yemen Ensarullah hareketi, şimdiye kadar Yemen ordusu ve Suudi koalisyonuyla 6 savaş yaşadı. Bununla birlikte Ensarullah üyeleri Allah’ın kendi dostlarına yardım ettiğine ve hareketin kurucusu Seyyid Hüseyin Husi’nin tabiriyle düşmanları da her kim olursa olsun onları en kısa sürede onlara karşı zafer kazandıracağına inanmaktadır.
Ensarullah savaşçıları, tüm bu çatışmalardan daha sağlam ve daha güçlü bir şekilde çıktı. 2004 savaşında Ensarullah Hareketinin kurucusu peygamberlik, mehdilik ve imamet iddia etmekle suçlandı. Yemen ordusu, Husileri katliamlara tabi tuttu. Suudi Arabistan’dan Merran’a sayısız füze atıldı. 10 Eylül 2004’te üç aylık bu savaş Seyyid Hüseyin Husi’nin şehadeti ve Yemen’in içinde ve dışında medyanın Ensarullah Hareketi aleyhine yaptığı propagandalarla sona erdi.
Ensarullah Siyasi Büro Üyesi Dayfullah Şami, 2004 savaşından sonra Ensarullah Hareketinin durumu hakkında şöyle diyor: Birinci savaş bittiğinde biz tek bir silaha bile sahip değildik. Şehitlerin ve yaralıların silahlarını yağmaladılar. İnsanları da esir aldılar. Biz dağlarda ve çöllerde mülteci durumuna düştük. Yiyecek bir lokma ekmeğimiz bile yoktu. Mecburiyetten ağaçların yapraklarını yiyorduk ve sürekli takip altındaydık.”
Şami şöyle devam ediyor: “Hareketin geriye kalan savaşçıları birliklerini yeniden yapılandırdılar. Sada ilindeki en-Neşur bölgesindeki dağlara sığındılar. Ensarullah savaşçıları dağlarda kaldı. Çarşıya pazara gidip gelmekten sakındılar; çünkü o dönemde izleniyorlardı ve takip altındaydılar.”
Baba Husi’ye suikast ve ikinci Sada savaşı
Öte yandan Seyyid Bedreddin el-Husi, zindandakilerin serbest bırakılması için çalışıyordu. Seyyid Bedreddin’in oğlu Yahya el-Husi Sana ilindeydi ve Ali Abdullah Salih’le irtibat kurdu. Salih de baba Husi’nin başkent Sana’ya gelmesini istedi. Husi’nin damadı Abdurrahim el-Hamran şöyle diyor: “Onlar bize dediler ki ‘Allame Bedreddin Sana’ya gelir gelmez tüm esirler serbest bırakılacak.’ Seyyid Bedreddin de Sana’ya gitti ve birkaç gün orada kaldı; ama onlar hiçbir adım atmadı.”
Yemen rejimi, Allame Bedreddin el-Husi’yi Sana’da ikamete mecbur etmek ve onu dağlardaki direnişçilere karşı bir baskı aracı olarak kullanmak istiyordu. Bazıları, Seyyid Bedreddin’in Sana’da suikasta uğradığını da söyledi. Ancak bu bilgi kesin değil. Ancak bizim için kesin olan bilgi şu: Seyyid Bedreddin gizlice Sana’dan geri döndü. Çünkü onlar onun dönmesine izin vermiyordu. Hatta Seyyid Bedreddin’in ailesinin bile onun dönüşünden haberi yoktu.
Ondan sonra Yemen güvenlik güçleri, Seyyid Bedreddin’in peşinde düştü. Allame Bedreddin Husi’nin bazı yakınlarının şehit olduğu Suk el-Tarah pususu, durumu patlama noktasına getirdi. Bu olayın ardından güvenlik güçlerinden bazı paraşütçüler, Seyyid Husi’yi kaçırıp öldürmeye çalıştı. Bu yüzden onunla birlikte olan çok sayıda kişiyle çatıştılar ve bunun neticesinde de ikinci savaş başladı.
Onlar geri kalan Husi direnişçilerin silahlarıyla birlikte teslim olmasını istiyor ve Ensarullah’ın sloganlarından vazgeçmesini ve Seyyid Husi’nin konuşmalarının yasaklanmasında ısrar ediyordu. Yemen rejimi Gadir-i Hum bayramı törenlerini yasakladı ve rejim o yıl Gadir-i Hum bayramı törenlerine uçaklarla saldırdı.
Bunun ardından Yemen, Zeydi Şiiliği karşıtı yazılar ve pankartlarla doldu, Yemen Vakıflar Bakanlığı da bu fırsattan yararlanarak Vehhabiliği yaymak için okullar kurdu. Özetle hedefleri Ensarullah’ın kimliğini tamamen ortadan kaldırmaktı. Abdurrahim el-Hamran ve Dayfullah Şami, bu konuda görüş birliği içindedir. Bu faktör ise daha sonraki savaşların başlaması için bir sebep oluşturdu ve Ensarullah, bu savaşlarda yok olma tehdidinden istikrar kazanma aşamasına ulaştı.
İkinci savaş 18 Mart 2005’ten, 4 Nisan 2005’e kadar sürdü. Bu savaşta Husilerin liderliğini Abdullah bin Ayda er-Rezzami üstlendi; bu da Yemen rejiminin Bedreddin el-Husi’nin öldüğünü açıklamasına sebep oldu.
El Hamran’ın dediğine göre Yemen rejimi, Seyyid Bedreddin’in ikinci savaşta öldüğüne inanıyordu. Onlar, Seyyid’in camisine saldırdıklarında onun sarığını ve bazı eşyalarını bulmuşlardı; bu yüzden de onun öldüğünü düşünüyorlardı.
Şami de şöyle diyor: “Onların Seyyid Bedreddin’i şehit ettiklerine dair düşünceleri yanlıştı. Daha çok Yemen’deki Ensarullah güçlerinin morallerini zayıflatmaya çalışıyorlardı. Sürekli olarak Seyyid Bedreddin ve Seyyid Abdulmelik’in öldürüldüğüne dair söylentiler yayıyorlardı. O dönemde her türlü iletişim aracı yasaktı, hatta Sada iline gitmek dahi bütünüyle yasaktı. Ensarullah’tan bahseden bir gazete veya televizyon hemen kapatılıyor ve ihanetle suçlanıyordu.
Seyyid Bedreddin’in damadı Abdurrahim el-Hamran, şöyle diyor: İkinci savaşta cinayetlerden ve toplu mezarlardan başka bir şey hatırlamıyorum. Onlar kabirleri ateşe verdiler ve şehitlerin temiz cenazelerinin üzerinden tanklarla geçtiler. Onlar, masum halkı öldürüyordu.
Üçüncü savaş ve sonrası
İkinci savaş sonra erdi ve hiçbir bölge güvende değildi. Ensarullah savaşçıları, Arabistan sınırı yakınındaki es-Safra bölgesine gittiler ve Naka’ya sığındılar. Naka, dağların derinliklerinde birçok mağaranın bulunduğu, dağlarla örtülü olan ve bedevi insanların yaşadığı bir bölgeydi. Gençler orada Seyyid Bedreddin el-Husi’nin etrafında toplandı. Ancak güvenlik güçlerinin takibi onların Safra bölgesinden Matra’ya, ardından da Naka’ya sığınmaya mecbur etti. Böylece Ensarullah bir kez daha güçlerini yeniden yapılandırma fırsatı buldu ve bu bölge Ensarullah’ın operasyon komuta karargâhı haline geldi.
2006 yılında Temmuz ve Eylül ayları arasında üçüncü savaş yaşandı. Bu savaş güvenlik güçlerinin Sada’nın Hacce kentindeki merkez cezaevinde bulunan tutuklulara saldırması ve onlardan 3 kişiyi öldürmesiyle başladı. Çatışmalar sokaklara taşındı. Çok zorlu bir savaştı, taraflar ilerleme kaydedemiyordu ve müzakerelerle sona erdi. 2004 yılında Sana Camisi’nde tutuklanan kişiler, illerideki umumi cezaevlerinden, merkez cezaevine nakledildi. Rejim de ortamı sakinleştirmek için Sada valisini değiştirdi. Savaş durdu ve biz de savaşı durdurmayı kabul ettik.
Bundan sonra Yemen rejimi, Sada’daki Beni Salim Yahudilerinin kovulması meselesini Ensarullah’a karşı yeni bir savaşın bahanesi olarak kullandı. Bu savaş 2007 yılının Ocak ayından Haziran ayına kadar sürdü ve Ensarullah, bu savaşta rejim tarafından altı ay önce tutuklanmış bin tutuklunun serbest bırakılmasını sağladı. Savaş bir an dahi durmadı. En zorlu savaşlardan biriydi ve rejim ağır bir yenilgi aldı. Bu yüzden de Katar’ın arabuluculuğuyla bu krizi sonlandırmaya çalıştı. Bu çerçevede taraflar, 83 dağın ve askeri üssün kontrolünün Yemen ordusuna devredilmesi konusunda anlaşmaya vardı.
Abdulmelik Husi liderliğindeki ilk savaş olan dördüncü savaş da sona erdi. Bu savaştan sonra Abdulmelik Husi, Ensarullah’ın lideri olarak tanındı.”
Abdulmelik Husi kimdir?
1979’da doğan Abdulmelik Husi, Seyyid Bedreddin el-Husi’nin Âl-i el-Acri kabilesine mensup olan eşinden doğan üç çocuğunun ikincisidir. Seyyid Abdulmelik, babasının dini eğitim vermek için köylere ve çeşitli bölgelere yaptığı yolculuklarda ona eşlik ediyordu. Allame Bedreddin her zaman Abdulmelik’in cesaretini överdi. Çocuklarının ilim tahsil etmeye olan eğiliminden memnuniyet duyardı. Bu da ilmi eğitimin daha ilk yıllarda ona verilmesini sağladı. Abdulmelik bu çerçevede hadis, şiir, tefsir, kelam, fıkıh ve Zeydi mezhebine dayalı diğer ilimleri öğrendi.
Abdulmelik’in yakınları, çocukluk döneminden beri onunla ilgili olarak hayâ ve sükûnetten başka bir şey hatırlamıyor. Cesaret ve kahramanlık ise onun yirmili yaşlarında ilk savaş sırasında gösterdiği sıfatlarıydı.
Seyyid Abdulmelik’in kardeşi Seyyid Muhammed şöyle diyor: İlk savaş günlerinde yani 2004 yılında Seyyid Abdulmelik, Cuma bin Fadıl köyündeki bir savaşçı birliğinin liderliğini yapıyordu; kardeşi Seyyid Hüseyin, ailesi ve dostlarıyla birlikte şehit olmadan önce ona katılabilsin diye Curf Salman kuşatmasını kırmak için tüm çabasını gösteriyordu.
Künyesi Ebu Cebrail olan Seyyid Abdulmelik, ikinci savaşa katılmak için Merran’dan Neşur’a gitti. Ondan sonra da Sada ilindeki Naka bölgesine gitti, orada onlarca Ensarullah savaşçısına katıldı. Onlardan bazıları aileleriyle birlikte gelmişti. Onların çoğu rejimin eziyet, işkence ve takibinden kaçmıştı ve çok basit evlerde yaşıyorlardı.
Seyyid Abdulmelik’in kardeşi Muhammed şöyle diyor: İkinci savaşta Seyyid Abdulmelik’in yaşının küçük olması ve savaşçıların onu çok fazla tanımıyor olması, onun daha çok dini ilimlerle meşgul olmasına ve Ebu Cebrail’in dikkatlerin odağında olmamasına neden oldu. Ancak liderlik kabiliyetinin yanı sıra onun bilinci, irade gücü, siyasi bilgisi ve savaş zekâsı, Ensarullah savaşçılarının onu kardeşinden sonra lider olarak görmesine neden oldu.
Bu genç liderin siması güvenlik gerekçeleriyle bir müddet gizli kaldı. Daha sonra hareket, 2008 yılında onun resimlerini yayımlamaya karar verdi ve o günden sonra dünya az sayıdaki arkadaşıyla birlikte babasının yanında büyük zaferler kazanan bu genci tanıdı.
Seyyid Abdulmelik Husi, Yemen rejimi ve müttefikleri için öncelikli hedeftir. Hatta 2010 yılındaki altıncı savaş sırasında Yemen basını ve yabancı basın Seyyid Abdulmelik’in Suudilerin hava saldırısında öldüğünü duyurdu. Ama bilmiyorlardı ki kurucu lider Seyyid Hüseyin Husi’nin macerası, dünyanın beklediği uzun bir maceradır.
Çeviri: Hüseyin Mahir
Medya Şafak