Anadolu İsyanları: Özgürlük Arayışının Sönmeyen Ateşi

0 330
image_pdf

Baba İshak – Babailer

En eski Batınilerden gelen ve süreç içersinde aslında hiç kırılmayan zincir, 1200’lerden itibaren Anadolu’yu yeniden sarsmıştır. 1240’lardan başlayıp 1600’lere kadar gelen büyük ayaklanmalar zinciri, (aralarından bazı paşaların çıkar yüzünden çıkardığı isyanları ayıklarsak eğer) tipik köylü ayaklanmalarıdır. Ve bu isyanlar da tıpkı Alman köylü hareketleri gibi, yoksullardan oluşan devasa halk ordularına dayanmakta, tıpkı Almanya’daki gibi belli bölge ve şehirleri işgal ederek işe başlamaktadır.

Bu dönemde Selçuklu ve Osmanlı’nın zulüm ve sömürü düzeninin yarattığı tepkiler hemen her durumda Sünni azınlığın baskısıyla birleşmekte ve isyanlar çoğu kez Alevi dinsel anlayışının etkisi altında gerçekleşmektedir. Bu anlamda Alevilik, genel olarak Münzer’in ilkel Hıristiyanlık tezlerine yakın durmaktadır, ama bu arada bu çerçeveden de daha ileri giderek ilkel komünist düşüncelere yaklaşan Bedreddin gibi örnekler yok değildir.

1240’ta Baba İlyas ve Baba İshak tarafından başlatılan ve Amasya, Kırşehir, Sivas, Adıyaman ve Malatya yörelerini kapsayan büyük Babailer ayaklanması böyledir. Ayaklanma öylesine büyüktür ki, defalarca yenilgiye uğrayan Selçuklular sonunda Hıristiyan Frank askerlerini devreye sokarak bu işten kurtulabilmişlerdir; çünkü her savaşta Selçuklu askerlerinin yarısının Babailer safına geçmesi bir gelenek olmuştur. Babai ayaklanması tipik bir köylü ayaklanmasıdır; Baba İshak’ın işaretiyle daha ilk anda 50 bin kişilik gücün bir araya gelmesi ve “… karınca ve çekirgeler gibi hemen ayaklanarak sözleştikleri gün ve saatte isyan bayrağını” kaldırmaları, Anadolu’da daha sonra da sık tekrarlanacak bir örgütlenme geleneğidir. Ve yine çoğu isyanda olduğu gibi bu olayda da çeşitli ulus ve dinlerden insanlar yer almaktadır; ayaklanmacıların çoğu kez aileleriyle birlikte savaşmaları da başka bir gelenektir. Kayıtlarda geçtiği haliyle, eyleme Türkmenlerin dışında “… her ulustan katışanlar vardı. Din, ulus ayırt etmeksizin sürüler bir yere gelmişler”di.

Sonunda Babailer, artık Konya üzerine yöneldiklerinde sultan Keyhüsrev, Frank askerlerinin öncülüğünde 60 bin kişilik bir kuvvet kuracak ve hareketi ancak böyle ezebilecektir.

Şahkulu – Kalender Çelebi

1511 ve 1512’de ardı ardına patlayan Şahkulu ve Nur Ali Halife ayaklanmaları da büyük halk hareketleridir. Antalya, Burdur, Isparta, Kütahya civarında harekete geçen Şahkulu, büyük Osmanlı güçlerini bozguna uğrattıktan sonra Sadrazam Ali Paşa’nın güçlerine yenilmiş; Amasya, Tokat, Çorum, Yozgat yörelerini ayaklandıran Nur Ali Halife ise daha kısa sürede yenilgiye uğramıştır. Savaşın sonunda galip gelen Osmanlı paşası, adet olduğu üzere Nur Ali’nin kellesini ve 600 isyancının kesilmiş burnunu İstanbul’a armağan olarak gönderecektir! Bu arada, daha sonraları bir dizi ayaklanmaya (Celali ayaklanmaları) adını verecek olan Bozoklu Celal de yine bir Türkmen dervişidir ve onun Tokat-Turhal’daki ayaklanması da büyük başarılar sağladıktan sonra 1518’de büyük bir katliamla bastırılabilmiştir.

Sivas, Tokat, Kayseri ve Mersin hattında gelişen ve ağır vergilerin kaldırılması talebiyle hareket eden Baba Zünnun ayaklanması da bir başka büyük isyandır ve 1525’te bastırılmıştır. Sivas’ı ele geçiren ve üzerine gelen bütün Osmanlı güçlerini ezerek ilerleyen Zünnun kuvvetleri sonunda ancak birkaç beyliğin askerlerinin bir araya getirildiği bir ordu tarafından durdurulabilmiştir.

Bunun hemen ardından 1527’de harekete geçen Kalender Çelebi, kısa bir zamanda Osmanlı baskısı ve zulmünden bıkan, yoksul Alevi-Sünni Türkmen köylülerini, küçük toprak sahiplerini, topraksızları, kentli ve kasabalı yoksul kesimi, Dulkadırlı Türkmenleri, tımar sahiplerinden 30 bin kişiyi etrafında toplamayı başarır. Osmanlı tarihçilerinin anlatımıyla Kalender Çelebi, “o kadar güç ve itibar kazanmış, o kadar kalabalık bir topluluğun başı olmuştur ki, böylesi şimdiye dek hiçbir asiye nasip olmuş değildir.” Ayaklanmaya bastırmak için harekete geçen Sadrazam İbrahim Paşa’nın kuvvetleri de ağır bir yenilgiye uğradığında artık Kalender kuvvetleri 40 binin üzerindedir ve ayaklanma yayılmaktadır. Sonunda Osmanlı rüşvetle bazı beyleri satın alarak onu yalnız bırakmayı başarır ve Kalender Çelebi, yanında kalan adamlarıyla Nurhak dağlarına çekilir.

Burada Osmanlı kuvvetleriyle tekrar vuruşur ve zafer kazanan Osmanlı güçleri hepsini kılıçtan geçirir.

Kellesi de bizzat Kanuni Sultan Süleyman’a armağan olarak gönderilir.

Ve kuşkusuz bütün bunlar ayaklanmaların en çok bilinenleridir. Örneğin Adana-Tarsus bölgesinde sadece ırgatlara dayanan

Veli Halife ayaklanması ve “Celaliler” diye bilinen başka bazı isyanlar da en az diğerleri kadar önemlidir.

Şeyh Bedreddin hareketi

Ama herhalde bütün bu süreçteki ayaklanmaların en önemlisi ve Tomas Münzer hareketine en çok benzeyeni Şeyh Bedreddin hareketidir. Mısır’da iyi bir medrese eğitimi alan ve Ortadoğu’nun neredeyse tamamını gezmiş olan Bedreddin’in en önemli özelliği, her şeyden önce Münzer gibi ilkel komünist fikirleri dini düşüncelerle ifade etmesiydi. Birçok Osmanlı ve Bizans tarihçisinin nefretle ifade ettikleri gibi Bedreddin ve yandaşları malların ortaklığını savunuyorlar ve tanrının adaletinin yeryüzünde kurulabileceğini düşünüyorlardı. Bizans tarihçisi Dukas’ın anlatımıyla Börklüce Mustafa, “yalnızca giyim, yiyecek, vb. gibi malların değil; araba ve atların da ortaklaşa kullanılmasından yana”dır. Ayrıca, Bedreddin’in Alevilikle doğrudan bağları da şüpheli görünmektedir; dahası bu hareket çeşitli din ve milliyetlerden yoksul köylüleri de kapsamaktadır.

Bedreddin hareketin bir başka önemli özelliği ise ilk kez Osmanlı devlet görevlilerinden birinin önderliğinde gelişmesi ve doğrudan merkezi otoriteye yönelmesidir. Yıldırım Beyazıt’ın oğlu ve meşru veliaht olan Musa Çelebi’yi etkileyen Bedreddin, üç yıl onun kazaskerliğini yapmış ve bu arada görüşlerini yaymıştır. Daha sonra Musa Çelebi öldürüldüğünde ise, bu kez bizzat kendisi bir ayaklanma örgütlenmeye girişmiştir. Müritlerinden Börklüce Mustafa’nın Aydın’da, Torlak Kemal’in ise Manisa dolaylarında 1416’da başlattığı ayaklanmalar sürecinde Bedreddin de Sinop üzerinden Kırım’a ve oradan da Rumeli’ye geçer. Bu arada Börklüce, Karaburun taraflarında beş bin isyancıyla ayaklanmayı sürdürmekte ve üzerine gelen Osmanlı güçlerini bozguna uğratmaktadır. Sonunda, Çelebi Mehmed, Veziri Azam Beyazıd Paşa komutasında büyük bir gücü Börklüce’nin üzerine gönderecek ve isyancıların tümü kılıçtan geçirilecektir. Börklüce, çarmıha gerilerek öldürülmüştür. Yalnızca isyancıları değil, tarihçilere göre Beyazıd Paşa “yolda rast geldiği ihtiyar ve çocukları, erkek ve kadınları, yaş ve cins farkı gözetmeksizin, merhametsizce kılıçtan geçirmekte”dir.

Daha sonra ise Manisa’ya yönelen ordu, üç bin kişilik Torlak Kemal hareketini de kanlı biçimde bastırmış ve Kemal’i Manisa’da asmıştır. Ve nihayet Osmanlı, Deliorman’da bulunan Bedreddin’i teslim alarak uydurma bir yargılamayla Serez’de asacaktır. Olayların seyrinden anlaşıldığı kadarıyla Bedreddin de tıpkı Münzer gibi, bilge bir ajitatör ve zeki bir düşünürdür; ama askeri bakımdan yetenekli olmasına biraz da geldiği eğitim düzeni uygun değildir. Alman ayaklanmalarında da örneğin Yoksul Konrad gibi başka bazı önderlerin daha usta taktikçiler olduğuna tanık olunmuştur.

Genel olarak bakıldığında Anadolu isyanlarının en temel özelliklerinden birincisi, çağın koşullarına uygun olarak dinsel motifleri kullanması ama bunun ardında zulme karşı nefreti ve eşitlikçi düşünceleri barındırmasıdır. Bu düşünceler sayesindedir ki onlar çoğu kez klasik Alevi motiflerini de aşmakta, Sünnilerden ve hatta bazen Hıristiyanlardan da yoksul köylüleri saflarına kazanmaktadırlar.

İkincisi, bu isyanlar da tıpkı Avrupa’daki benzerleri gibi esas olarak kır hareketleridir ve çoğu kez aileleriyle birlikte savaşan büyük köylü kitlelerini gezgin halk orduları ya da büyük çeteler gibi örgütlemektedir. Merkezi otoritenin asla denetleyemeyeceği geniş kırlık alanlarda “karınca sürüleri gibi” bir araya gelen ve uzun süre hazırlanma şansını bulan bu ayaklanma grupları daha sonra başka yörelere ve en zayıf görünen kentler üzerine yönelmektedir. Bazı ayaklanmaların bugünkü ulaşım koşullarında bile birbirlerine oldukça uzak sayılabilecek yöreleri kapsaması, isyan ordularının merkezi otorite tarafından engellenmeden Anadolu’nun bir ucundan öbürüne geniş yaylar çizerek ulaşabildiklerini göstermektedir.

Zaten, üçüncü bir özellik olarak sayılabilir; merkezi otorite de özellikle kendi içinde problemli ve zayıf olduğu dönemlerde olaya ancak isyanın büyüme ve olgunlaşma evresinde müdahale edebilmektedir. Bir araya gelen, örgütlenen, karargahlar kuran isyan orduları, İstanbul’a yürümeyi aklına bile getirmeden uzunca bir süre en sağlam bölgelerde faaliyet göstermekte, daha sonra gücünü büyüterek bazı önemli kentleri ele geçirmekte ve nihayet merkezi ordu üzerine geldiğinde de en elverişli konumlarda savaşarak zaferler kazanmaktadır. İsyan ordularının çoğu kez doğrudan savaş yöntemiyle değil de nifak ve içten parçalama yoluyla çökertilmesi bu bakımdan rastlantı değildir. Çünkü bu ordular yerel zemine yaslanmaktadır ve kendi istedikleri koşullarda savaşmaktadırlar.

Ve nihayet dördüncüsü, bütün bu ayaklanmalar, asla bütün Anadolu’yu kapsayan bir nitelik göstermemekte ve en iyi durumlarda bile belli yörelerin çerçevesini aşamamaktadırlar. Bu da köylü hareketinin en tipik özelliklerinden biridir.

Kaynak: Cephe Kütüphanesi

image_pdf
Bunları da beğenebilirsin

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.