“Niye bu kadar uzun sürdü bu yaz? Bu sonucu yaratan güçler, sonucun kendi sonuçlarını kendiliğinden yaratmasını mı bekliyorlar? İktidar, Haziran’dan beri, daha önce de yaptığı gibi, uzandığı yerde hakemin saymasını bekliyor ve arada hem dinleniyor, hem de nasıl bir numara çevirip nakavt olmaktan kurtulurum hesaplarını yapıyor; karşısındakiler ise ‘du bakalım n’olcek’ modunda. Bir bölümü zaten her an Yenikapı’ya hazır ve bir yandan da yeni partilerin zuhurunu bekliyor, diğer taraf ise gereğinden fazla yavaş bir tempoda ilerliyor. Ne zamana kadar? Örneğin, AKP, Suriye’ye dalıp, asker cenazelerini de çeşitli illere serpiştirerek Kazdağı’nın da, Hasankeyf’in de, işsizlik ve yoksulluğun da üstünü bayraklarla örttüğünde daha uygun bir moment mi yakalamış olacağız mesela?”
Köşe yazarları arada bir fi tarihinde yazdıklarını alıntılayıp ‘Bakın ben ta ne zaman söylediydim’ demeyi pek severler ve bunu da çok önemli zannederler ya, aslında yazılanların değil yapılanların önemi vardır tarihte. Ağustos’ta yazılmış bu satırlar da lütfen böyle okunsun. Dönüp baktım şimdi yazıya, öyle matah analizler filan da yok. Herkesin bildiği, tahmin ettiği şeylerdi bunlar. Göstere göstere geldi her şey. Belki biraz gecikti, hepsi o kadar. 7 Haziran sürecinde daha bir buçuk ay geçmeden Suruç ve Ceylanpınar’ı yaşamıştık, hatırlasanıza.
Şüphesiz son işgal girişimi, sadece bir ‘iktidarda kalma’ telaşının ürünü değil. Bir yandan Osmanlı hayalleri ve bunun için de tabii ki Kürt varlığını ezme amaçları da var. Aslında iç ve dış amaçlar birbirinden ayrılamaz hale gelmiş durumda ve iktidarın elinde çok fazla seçenek de yok. 23 Haziran itibarıyla ortaya çıkan son derece karmaşık, alacalı bulacalı muhalefet toplamını dağıtmak, koltuğu korumak için en elverişli yol zaten buydu: Savaş… Kendi cenahını kemikleştir! Aradakileri hem korkut hem fişekle! Muhalefetin ana gövdesini zaten hazır olduğu yere, Yenikapı hizasına sürükle! Ve nihayet gerçek muhaliflerin kolunu kanadını kır, sokakları cehenneme çevir! Bu arada, ekonomik krizin etkilerini gözlerden gizle ve her türden toplumsal tepkiyi ‘vatan millet’ sarmalına bağlayıp etkisizleştir! Bütün bunların tümü birden başka nasıl gerçekleştirilebilirdi ki?
Kuzey Suriye’deki durum önümüzdeki günlerde nereye varacak, uluslararası düzeyde fren ve gaz mekanizmaları nasıl çalışacak, tam bilmiyoruz. Dünya, belki de tarih boyunca hiç bu kadar manyağı bir arada görmemişti ve bu ucubeler sirkinde gaz ve fren pedallarına kimin nasıl basacağını bilmek zor. Ama içeride bir şeylerin başarıldığı kesin görünüyor. Zaten baştan beri gözü MHP’nin yerinde olan İyi Parti’yi geçiyorum bir kalem. Asıl operasyon CHP’de oldu. Son otuz yıllık tarihinde (bu kez Kürtler sayesinde) ilk kez ciddi bir şans yakalamış olan CHP’nin bu şovenist dalgaya balıklama atlayacağından emin olan iktidar, tam olarak istediğini yaptı. Kürtlerin ve onların hatırına bağrına taş basan diğer demokrasi güçlerinin, bu noktadan sonra yeni bir 31 Mart-23 Haziran dalgasına kapılacaklarını beklemek saflık olur. Her yaralı çocuk fotoğrafıyla yeniden alevlenen Kürt öfkesi, bu kez kolayca yatışmayacaktır. Dahası, aynı süreçte kurumsal olarak HDP’ye ve seçilmişlere karşı yapılanlar da Kürtlerdeki yalnız bırakılmışlık duygusunu güçlendirirken, iyi bir sınav vermekte zorlanan HDP yönetimi bile ikna ediciliğini yitirmektedir.
Yani CHP böylece, sadece genetik militarizmiyle Kürt kırımına destek vermekle kalmamış, aynı zamanda son 19 yılda hep yaptığını tekrarlayarak AKP’nin iktidar ömrünü bir kez daha uzatmıştır.
Ne yapacağız peki? Akıl verme derdinde değilim. Sesli düşünüyorum sadece. Burada yaşıyoruz biz, bu memlekette. Başka gidecek bir yerimiz yok, gitmek de istemiyoruz ayrıca.
Yeniden toparlanacağız o zaman. Yeniden bakacağız duruma ve kendimize. Bir yol bulacağız yeniden ve bu karanlığın hakkından geleceğiz. İplikleri birbirine yeniden bağlayacağız, “Zor zamanlar olur / nasıl çıkarsan içinden / omurgan öyle şekillenir” diyor bir şarkıda. O omurgaları bir araya getireceğiz işte, yeniden birbirimizin ellerinden tutup yürüyeceğiz. Yaz geçti tamam, kış başlıyor şimdi. Ama coğrafya kaderse eğer, mevsimler de öyledir ya biraz, iki değil dört mevsim var bu memlekette. Kış varsa eğer, bahar da var. Yeter ki bu toprakların dirençli ve aydınlık insanları enseyi karatmasın.