SİZİNLE AYNI KARENİN İÇİNDE OLMANIN UTANCI YETERİNCE AĞIR
Anlaşıldı artık, dünya çok fena karışık, çok fena kaotik ve bu yeni çerçeveyi anlayarak yarının yolunu açmak için yeni teorik çabalar da gerekecek. 1960’larda 70’lerde filan iyiydi, daha stabil bir gezegen üzerinde güçler ve onları ifade eden kavramlar büyük ölçüde yeterliydi. Emperyalizm, sömürgecilik, yeni-sömürgecilik, bölgesel dengeler az çok bilip hâkim olabildiğimiz şeylerdi. Şimdi tabii ki her şeye sıfırdan başlamayacağız, tabii ki yüzlerce yıllık birikime dayanacağız ama belki eski kavramlar ve çözümlemelerle de yetinemeyeceğiz. Öyle görünüyor.
Ama biz buraya nereden geldik? Bir düşünün, 1970’lerde mesela, kim Suriye’ye böyle parmağını sokup karmakarışık edebilirdi? Hangi kasaba politikacısı cüret edip de ‘ben şöyle şuraları fethedeyim’ filan diyebilirdi? Sözünü ettiğim şey, doğru ve gerçek bir sosyalizm de değil ha, yanlış anlaşılmasın. ‘Reel sosyalizm’ diye adlandırdığımız o beğenmediğimiz ve beğenmemekte son derece haklı olduğumuz tablodan söz ediyorum. O bile, sosyalizmin o günden güne çürümekte olan hali bile nelere kadirdi bir zamanlar, düşünebiliyor musunuz?
Kimileri için şimdi boş konuşması ne kolay. O günlerde uluslararası sosyalist hareketteki hâkim eğilimi, reel sosyalist ülke yönetimlerini avuçları patlayana kadar alkışlayanlar, zinhar en küçük eleştiri getireni bin türlü sıfatla yerin dibine sokanlar ve onların günümüzdeki mirasçıları, şimdi zerre sıkılmadan ortalıkta dolanıp burunlarından kıl aldırmıyorlar. Dağılmış sosyalizm coğrafyasından paramparça ruhlarla akıp gövdelerini satan kızlarımızdan, atölyelerde imanı gevreyen Orta Asya çocuklarından, kart zenginlerin tacizine dayanamayıp kendini öldüren Nadira’ların kahrolası kaderinden kendilerini hiç ama hiç sorumlu hissetmiyorlar. Mafyanın elinde kıvranan darmadağın ülkeler, ırkçılık zehriyle birbirini boğazlayan halklar, karanlık sularda ölen mülteci çocukları, manyakların elinde savrulan dünya… O günlerde iyi kötü bir şeyler söylemeye, bütün bu süreçlere eleştirel yaklaşmaya çalışanlar, şimdi olup bitenlere yine de acı duyarak, kendisini de sorumlu hissederek yaklaşırken, ömürlerini dalkavukluk rahlesinde tüketmiş olanlar ne rahat! Nasıl olsa emperyalizm ve ajanları diye bir şey var, ne yapmışsa onlar yapmış olsa gerektir, yoksa devrimcilikten uzaklaştıkça çürüyen o sisteme yıllarca toz kondurmayan riyakârlığın bunda ne gibi bir sorumluluğu olabilir ki? Alfabenin harflerini tescillemişler yeniden, kulelerine kapanıp âleme nizam veriyorlar. Üstelik nasıl da hızlı geçişlerle! Çok değil, kırk yıl önce Che’ye ‘Maceracılık’, ‘Küçük burjuva devrimciliği’ gibi akla hayale gelmedik sıfatları yakıştırıp, Küba’ya ‘hımm’ diye bin türlü kuşkuyla mesafeli duranların duvarından, beresinden şimdi Che resimleri hiç eksik olmuyor. “Budapeşte gazetelerinden biri, kederli bir sima ve görünüşte sorumsuz olarak nitelediği Che Guevara’yı eleştiriyor, eylem karşısında pratik bir tutum benimseyen Şili partisinin Marksçı davranışını ise övüyor. Salt şu alçakların, her posta bürünebilen uşakların maskelerini alaşağı edebilmek ve tükürdüklerini yalatmak için, iktidara gelmek isterdim.” Ölmeden bir ay önce, 8 Eylül’de yazıyor bunları Che. O anlayış ve onun Latin Amerika’daki, Bolivya’daki uzantıları, günlüklerinde asla polemiklere yer vermeyen adamı nasıl delirttilerse artık…
Ve şimdi yeniden, bin türlü şakşakçılıkla çürütüp yok ettikleri o muazzam şeyin yıkıntıları altında acı çeken dünyanın en lanet coğrafyasında, incecik bir şeritte hayatta kalmaya, çocuklarını evlerini yurtlarını korumaya çalışan, bunun için ıstıraplı anlaşmalara razı olan insanlara çemkirmeyi kendilerine hak olarak görüyorlar. Bu işler nasıl oldu da buralara geldi, biz ne halt yedik de milyonlarca insan böyle yapayalnız kalabildi diye düşünme zahmetine hiç katlanmadan, ‘emperyalizm’ denilen o kullanışlı kavramı her çatlağın üzerine yapıştırıp, sokaklardaki çocuk cesetlerinin acısını yaşayarak kararlar almak zorunda olan insanları yargılıyorlar. En küçük bir dayanışma duygusu bile hissetmeden üstelik; neredeyse ‘madem öyle ödeyin bedelini’ gibilerden bir ses tonuyla…
Yeter artık. Haddinizi bilin biraz. Ve susmasını öğrenin. Sizinle aynı fotoğraf karesinde görünüyor olmanın utancı yeterince ağır zaten.
Ha, bir de şu Küba’dan elinizi çekin mümkünse. Sizin maşallah dediğiniz üç gün yaşamıyor. Dünya yeterince berbat zaten, korkutmayın bizi.