Toprağın Gözyaşları: Antakya

0 13
image_pdf

Bir zamanlar bereketin simgesi, barışın yurdu, kadim uygarlıkların sessiz anlatıcısıydı Antakya. Dağları, ovaları, deniziyle konuşurdu insanla; her taşının, her ağacının bir hatırası, bir duası vardı. Fakat zamanla bu sesler boğuldu, bastırıldı; toprak gözyaşı dökmeye başladı.

Son 20 yılın Hikayesi, kurutulan bir göl olan Amik Ovası’nın yeşilinden başlar. Ataların yıllarca emek verip ekip biçtiği, alın teriyle yoğrulmuş topraklara el konur bir sabah. “Yeni bir düzen kuruluyor” derler, diğer illerden gelen vatandaşlara verilir ama bu düzenin içinde Antakya halkına yer yoktur. Araziler paylaşılır, isimler değiştirilir, yeni yerleşimciler getirilir. Ağaçların dili susar, toprak şaşkın. Türkiye’de ki yerleşimciler yetmezmiş gibi, Afgan ve Özbek kökenli mülteciler gittikçe artırılır, belediye tahsis edilir, Ovakent derler artık oralara; ama bu topraklara doğanların adı silinmeye başlanmıştır bile.

Sonra savaş sesi duyulur güneyden. Sınırın ötesindeki kardeşler, akrabalar, soydaşlar, Suriye’de kimliklerinden, inançlarından ötürü can verirken; Antakya’nın sokakları tanımadığı, iktidarın “birkaç öfkeli genç” (Tekfirciler) dedikleri cihatçılarla dolup taşar. Bu bir ilk tanışmadır. Bir zamanlar hoşgörünün kol gezdiği bu şehir, artık korkunun gölgesindedir. Uluslararası istihbarat birimlerinin cirit attığı, cihatçıların kol gezdiği bir kente dönüşür. Cinayetler, kaçırılmalar, kayıplar, hırsızlıklar başlar. Ulusal basın susar, güvenlik güçleri sadece izler ama toprak yine anlatır: “Ben tanığım her şeye.”

Yıllar geçer. Gezi’de düşen canlar Antakya’nın kalbine gömülür. Bu bir tesadüf değildir, bilinir. Sonra Reyhanlı’da bir katliam yaşanır. Patlayan bombaların ardından suç yine mazluma yüklenir, Aleviler hedef gösterilir. Halbuki ses kayıtlarında bu suçu kimlerin işleyebilecek potansiyele sahip olduklarına tüm Türkiye tanık olur. Neyse ki bilmezler Alevisiyle, Sünnisiyle ve Hristiyanıyla birdir Antakya. Yerel halk gerçeğin farkındadır. Sonra FETÖ gelir. Bir darbe girişimi yaşanır. Bu yapıya karşı mücadele eden Antakyalı Aleviler ve solcular bir gecede ironi şekilde “fetöcü” ilan edilir, KHK ile işlerinden edilir. Suçları sadece kim olduklarıdır.

Ve o büyük gece gelir… Toprak sarsılır. “Asrın felaketi” derler, ama bu felaketi fırsata çevirenler vardır. Günlerce yardım ulaşmaz; dostlarımız, komşularımız, akrabalarımız enkaz altında yavaş yavaş kayar hayattan. Hipotermi ve kan kaybı travmamız olur. Göz göre göre… Yardımlar kolektif çabayla gönderilir, ama AFAD damgası taşımayan hiçbir şey Antakya’ya giremez. Yardım eden sorgulanır, hapse atılır (bu bir gerçek), yardım alan borçlandırılır. Bir çoğu Alevi yerleşim yerleri olan bölgeler rezerv ilan edilir; tapulu ev, bahçe ve arsalara el konulur. TOKİ gelir, yıkıntıların üzerine beton serer, tapulu evlere, bahçelere, umutlara el koyar. Az hasarlı evler bile sahiplerine sorulmadan yıkılır. Her şey sessiz, ama zalimce yürütülür.

Doğa da nasibini alır. Nefes aldığımız doğa hız kesmeden tahrip edilir. Amanoslar’ın göğsü delinir, anılarımızın yankılandığı dere yatakları, şelaleler yok edilir. Akdeniz’in devi, Toroslar’ın Ortadoğu’ya uzanan kolu Amanos Dağlarında talan başlar. Ağaçlar kesilir; toprağın hafızası silinmeye çalışılır. Ve şimdi de denize bakan o güzelim Samandağ, yerel adıyla Süveydiye yok edilmek istenir. Tapulu evlere ve narenciye bahçeleri bir gecede katledilir, el konulur, yerine TOKİ’ler dikilecekmiş. Oysa orası sadece turistik bir nokta değil, insanların alın teri, tarihi, yaşamı, köküdür. Defne ve Antakya’da bunun nasibini almıştır. Bu travmalar yetmezmiş gibi şehirde Filistinlilerin (tehcir) yerleştirileceği haberleri gelir…

Artık susmak mümkün değildir. Bu şehir, sadece taş değil, sadece tarih değil; bir ruhtur, bir direniştir. Antakya’nın bu zulüm zinciri karşısında sessiz kalmaması, atalarından aldığı mirastır. Ve bu miras, şimdi yeniden ayağa kalkmak, doğasına, inancına, kültürüne sahip çıkmak için çağrıya dönüşmüştür…

Tarihsel Bir Örnek: 1939’da Hatay Cumhuriyeti’nin Türkiye’ye katılım (İlhak) sürecinde de halkın iradesi hiçe sayıldı. Önce kurulan geçici hükümet, kentin çoğunluğunu Alevi ve Arap nüfusu oluştururken, Türkiye’yle birleşme oylamasında resmi kayıtlar ve ilçelere gönderilen illüzyonlar üzerinden sonuçlar belirlendi. O dönemde de tapulu topraklara müdahale edilmiş, bölgedeki bütün ekonomik ve demografik dengeler yeniden kurgulanmaya çalışılmıştı. Bugün yaşadıklarımız, o tarihteki haksızlıklarla şaşırtıcı bir paralellik gösteriyor.” @hibezer

***

“Artık belirsizleşen sınırın kuzeyinde ise daha rafine bir rejim (Colani) var. Bu nedenle daha dolaylı yöntemler kullanılıyor, kamulaştırma vs gibi..” Emir Aşnas

image_pdf
Bunları da beğenebilirsin

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.