KAPİTALİZMİN DOĞUŞU
Kapitalizm, bir yandan mülkten yoksun ya da hemen hemen yoksun hale getirilmiş halk kitlelerinin ücretli serbest çalışan köleler durumunda olduğu, öte yandan üretim araçlarının esas olarak kapitalistlerin ve onun bağlaşıklarının elinde bulunduğu toplum düzenidir. Üretim araçlarının kapitalist mülkiyet altında tutulması temel olgusu, toplumsal yapılanmanın her alanında etkisini göstermekte ve hakim üretim ilişkilerine bağlı olarak, toplumsal ilişkiler bu temel karaktere uygun biçimler almaktadır.
Kapitalist üretim biçimi, iki aşamada gelişmiştir; tekel öncisi kapitalizm (serbest rekabetçilik) ve tekelci kapitalizm (emperyalizm). Her ikisi de sömürü temeline dayanmaktadır. Aralarındaki ayrım, tekel öncesi dönemin, kapitalizmin serbest rekabet olgusuna dayandığı ve üretici güçlerin az çok düzenli olarak yükselen bir çizgi izleyerek geliştiği bir dönem olması, buna karşılık tekelci dönemde gelişmenin yerini sistem olarak genel bir bunalımın almasından kaynaklanmaktadır.
Dünyada burjuva devriminin gerçeklik kazandığı, kapitalizmin bir sistem olarak egemenlik kurduğu ilk ülke Hollanda oldu. Ama feodalizmin bağrından doğarak gelişen ve burjuva devrimler yoluyla siyasi ve hukuki anlamını da bulan kapitalizmin gelişme seyrini, İngiltere örneği üzerinde özetleyeceğiz. Çünkü İngiltere’de kapitalist ilişkilerin egemenliği sanayii devriminin yolunu açacak, sanayi kapitalizminin doğuşayla da kapitalizmin tekelci aşaması ve giderek bir dünya sistemine dönüşmesi, öncelikle ve bütün tipikliğiyle yaşanacaktı.
Serfliğiin 14. yy’ın sonlarına doğru fiilen önemli oranda ortadan kalktığı İngiltere’de, bu yüzyılın sonlarında 15. yy’ın dönemide angaryanın da kalkmasıyla, gelişmeye başladı. Serflik ve angaryanın kalkmasıyla, yeomanlar denilen büyük toprak sahiplerinin topraksız köylüleri ücretli işçiler olarak tutmaya başlamaları ve bir kısmının ticarete yönelmesi, feodalizmde var olan prekapitalist ilişkilerin galişmesinin ve ticaret burjuvazisinin bir sınıf olarak doğmasının yolunu açtı.
Yeomanların güçlenmeleri gidirek küçük üreticiyi yıkıma uğratırken kapitalist üretim ilişkilerinin ilerleyişi açısından önemli bir gelişme oldu; Tarımla uğraşmayı terketmeye başlayan yeomanların; dönemin koşulları içinde daha çok para anlamına gelen hayvancılığa (koyunculuk) yönelmeleri durumu ortaya çıktı. Hollanda dokuma tezgahlarının yün istemi, İngiltere’yi sürekli ve daha çok yün ihracına sevketmekte ve tarımcılıktan daha çok karlı olan bu süreç, küçük üretimin yıkılmasıyla koşut özellikler taşımakta idi. Dolayısıyla koyunculuğun daha sınırlı emeğe dayanması. toprak sahibinin insan emeği gereksinmesinin giderek azalması; mülksüzleşen, işsizleşen köylü kitlelerinin kırlardan kentlere yönelmelerini getirdi. Böylece 200-300 kişinin yaşadığı köyler, 2-3 çobanın yaşadığı otlaklara dönüşürken, kentler yaşayabilmek için emeğini satmaya hazır işsiz yığınlarla dolmuştu.
Sahip olunabilecek koyun sayısının sınırlanması, köylerin yıkılmasının yasaklanması gibi yasalar, kilise mülkiletinin kaldırılmasıyla hiçbir yaptırım gücüne sahip olmadan etkisizleşirken kentlerdeki ucuz emek olgusu İngiltere’ye, yalnızca yün ihraç etmek yerine kendi dokuma tezgahlarında üretim olanağı tanıyınca kapitalist ilişkiler hızla gelişmeye başladı. Yükselen yeni sınıf olan burjuvazi, 1648 Devrimi yoluyla üst yapı kurumları açısından da gereksindiklerini bulacaktı. Avrupa’da egemen güç durumuna gelmenin yolu artık açılmıştı.
Marks, paranın sermayeye dönüşmesini, sermaye aracılığıyla artı-değer üretiminin ve artı-değerden mutlak, nisbi ve ek artı değerler yoyuyla daha fazla sermayenin oluşturulmasını açıkladıktan sonra, çelişkili gibi görünen bir noktaya dikkat çeker. Ama der, sermeye birikimi artı-değerin varlığını, artı-değerin kapitalist üretimini, kapitalist üretim ise, meta üreticilerinin ellerinde daha önceden oldukça ybüyük bir sermaye ve işgücü kitlesinin bulunmasını öngörür. Buradaki hareketin bütünü, bu nedenle kısır bir döngü gibi görünür vee bundan ancak kapitalist birikimden önce, bu üretim biçiminin sonucu kdeğil, çıkış noktasını gösteren bir ilkel birikimin (Adam Smith’in deyimiyle daha önceki birikimin) bulunduğunu kabul etmekle kurtulmak mümkündür. (1)
İlkel birikimin yukarıda bilirttiğimiz oluşum sürecini ise şöyle tanımlamaktadır: Sermayenin ilkel birikimi, yani tarih içinde ilk meydana gelişi nasıl olmuştur? İlkel birikim, köleler ve serflerin doğrudan doğruya üvretli işçiler durumuna gelmeleri ve böylece yalnızca bir şekil değişikliğine uğramaları ile olmadıkça, ancak ilk üreticilerin mülksüzleştirilmeleri, yani sahibinin emeğine dayanan özel mülkiyetin karşıtı olarak, iş araçları ile iş dışı koşulların özel kişilere ait olduğu yerlerde var olur. Ama bu özel kişilerin var olup olmamalarına göre , özel mülkiyetin niteliği farklı olur.
Bunun ilk bakışta kendilerini gösteren sayısız özel biçimleri, bu iki uç arasında yer alan ara aşamalara denk düşer.
Emekçinin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ister tarımsal, ister manifaktür, ister her ikisi de olsun , küçük işletmelerin temelidir. Küçük işletme, genel toplumsal üretim ile emekçinin kendisinin özgür kişiliğinin gelişmesinin temel koşuludur. Kuşkusuz bu küçük üretim biçimi, kölelik, serflik ve diğer bağımlılık ilişkileri altında da söz konusudur. Ama bunun serpilip gelişmesi, tüm canlılığına kavuşması, uygun klasik şeklini alması, ancak emekçinin kendi kullandığı üretim araçlarının özel mülkileti ile olur. Yani işlediği toprağın köylüsü ve bir hüner sahibi olarak kullanldığı aletlerin zanaatçısı olması gerekir.
Bu üretim biçimi toprağın parçalara bölünmesini, diğer üretim araçlarının dağılmış olmasını öngörür. Bu durum, üretim araçlarının bir yerde toplanmasını dışladığı gibi, üretim süreçleri içindeki elbirliğini, işbölümünü, toplum tarafından doğa güçlerinin denetim altına alınmasını, üretken biçimde kullanılmasını ve toplumsal üretken güçlerin özgürce gelişmesini dıştalar.
Bu üretim biçimi, ancak dar ve az çok ilkel sınıflar içerisinde hareket eden bir üretim sistemi ve toplum ile bağdaşabilir. Bunu sürgit duruma geetirmek, Fecgueur’un haklı olarak dediği gibi, “alaladeliğin evrenselliğini ilan etmek olur”. O andan itibaren, toplumun göğsünden yepyeni güçler ve tutsaklar filiz verir ama eski toplum düzeni bunu engeller ve baskı altına alır.
Bu düzenin yok edilmesi gerekir ve yok edilir. Bunun yok edilmesi, yani bireylerin malı olan dağınık üretim araçlarının, toplumsal ve yoğunlaşmış birimler, pek çok insanın cüce mülkiletinin bir kaç kişinin dev mülkiletine dönüştürülmesi, büyük halk yığınlarının, topraktan, yaşama araçlarından ve iş araçlarından yoksun hale getirilmesi, halk yığınlarının bu korkunç ve ıstıraplı mülksüzleştirilme işlemi sermayenin tarihinin başlangıcını oluşturur.
Bu, bir dizi zor yöntemini içerir. Doğrudan doğruya üreticilerin mülksüzleştirilmesi, acımasız bir vahşetle ve en bayağı en rezil, en çirkin tutkuların dürtüsü altında gerçekleştirilmiştir. Tek ve bağımsız emekçinin deyim yerindeyse, kendi iç koşullarıyla kaynaşmasının sonucu olan özel mülkiyetin yerini, başkalarının, yani ücretli işçilerin sözde serbest emekçilerinin sömürülmesine dayanan özel kapitalist mülkiyet alıyordu.
Kapitalist sanayi burjuvazisi, mekaniğin üretime girmesi ve sermayenin sanayiye yönelmesi iki başat olgusu ile; 15. yy’dan itibaren dünya çapınlda ilişki ve çelişkiler zemininde gelişme koşulları bulmuştur. Daha önceki üretin ilişkilerinin gelişmelerinin seyriyle kapitalist üretim ilişkilerinin seyrini ne hız, ne yoğunluk ve ne de giderek güçlenen bağlarla hükmettiği dünya çapındaki genişlik açısından kıyaslamak mümkündür.
Tarih, sanayi kapitalizmine son derece dinamik koşullar sunmuş ve o koşullar dünyayı dört nala fethetmesini getirmiş, ama aynı hızla kendi çöküntüsünü ve çözülüşünü yaratacak güçleri ve onun boğazını hiç bırakmayan bunalım olgusunu yaratmıştır. O koşullar, sermayenin birikimi, genişleyen pazarlar, hızla yer değiştiren toplumsal sınıflar ve yine 17.yy boyunca, ticaret kapitalizmiyle küçük sanayi kapitalizminin dalaşına tanık olmuştur. Akabinde sanayi kapitalizmi “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ilkesiyle teorileşen liberalizm ışığında tahta oturmuştur.
“Kuşkusuz, pek çok güçlü lonca ustası, daha da fazla bağımsız küçük zanaatçı ve hatta ücretli emekçi, küçük kapitalist durumuna gelmiş ve ücretli emeği giderek artan ölçüde sömürerek ve dolayısıyla birikim sağlayarak tam kapitalist olup çıkmışlardır… Orta çağlardan çok farklı olarak ekonomik toplumsal biçimlerde olgunlaşan ve kapitalist üretin tarzına dönmeden önce de guand meme (gene de) sermaye sayılan birbirinden tamamen değişik iki sermaye biçimi devralındı, tefaci sermaye ve tüccar sermayesi”.(2)
Tefeci sermaye tarihin ilk sermaye biçimidir. Daha ilk çağlardanitibaren gerçek karşılığı olmamakla birlikte, benzer nitelikleri içinde bir anlam yaratmış vee kullanım değerlerinin değişim değerlerine dönüşmesi ile tefecilik de belirginlişmiştir. Özellikle, mal değişimindeki ödünç alışveriş karşılığı kabarma, ilerde para değişiminde aynı yöntemle gerçekleştirilen para alışverişinde yeni tefeci sermaye halini alacaktır.
Feodalizmin çözülen döneminde, sadece bir transferden ibaret olan, değer yaratma ile veya üretim etkinliğiyle ilgisi olmayan tefecilik ciddi bir rol oynamıştır. Bu rol Hintlilere ünlü destanları Mahoromato’da “Ey krallar kralı tefecilik, sen dünyünın bütün zenginliklerine sahip olabilirsin” dedirtecek kadar asalak ve ürkütücü bir aktivasyon haline geldi, Feodal beylerin, yerlerini kentli tafecilere terketmek zorunda kaldıkları 19.yy’ın ilerleyen süreçlerinde ipotek, tefeci sermayenin en önemli aracı oldu. Bugün, kapitalistin toprak üzerinde faiz, kar ve rant çeki elde etmesi, toprağı üzerindeki ipotek borcu, yıllık faizine eşit bir faiz borcu yükselmiştir. Küçük toprak mülkiyeti, onu kaçınılmaz olarak sermayenin elinde köleliğe sürükleyen gelişmesiyle, Fransız ulusunun büyük çoğunluğunu yarı maymun mağara adamlarına çevirmiştir”(3)
Transferci niteliğinden ötürü, toplumsal zenginliklere katkı ksağlama bağlamında, ticaret sermayesinin tefeci sermayeden farkı yoktur. Onun rolü, sanayi sermeyesinin dolaşımını sağlamaktır. Bu önemli noktadan dolayı sanayi sermayesi ilerki dönemlerde de bezı durumlarda ticaret sermayesi ile çatışacak, fakat ne kadar güçlü ve etkin duruma gelirse gelsin onu geçmeyi tercih edecektir. Meta sermayesi, yatırımının karşılığını bir an önce alıp yeniden genişletmek ister. Ve o şekilde kâr oranını artırır. Bu nedenle bilinçli olarak sanayi sermayesi, artı-değerin bir bölümünü ticaret sermayesine bırakır. Bu durum aynı zamanda yeni rekabetleri de engelleyen bir avantaj sağlar. Ve ticaret sermalesi böylelikle artı-değer yaratmaksızın dağılımdan payını alır, sömürüle katılır.
İlkel birikimin yanısıra, kapitalizmin hızla gelişmisini sağlayan ve giderek kapitalist üretim biçiminin sadece kökeni değil, belirleyici faktörü olan olgu, artı-değerdir. Kapitalizmin mutlak yasası olan artı-değer sömürüsü, gelişebilmek için ederinden fazlasını veren bir metaya gereksinim duyan kapitalizm gelişmenin bu istemine insan emeğinin ya da daha doğru bir deyimle emek gücünün piyasada bir meta gibi alınıp satılması ve değiştirme değerinin bir unsuru olarak kullanılmasıyla; kapitalist gelişmenin ve onun var oluşunun temel dinamiği olma özelliği kazandı.
İnsan emeğinin bir meta gibi alınıp satılması kapitalizmden önce de vardı. Keza üreticiye ürettiğinin karşılığını ancak küçük bir bölümünün verilmesi temelinde yükselen sömürü, sınıflı toplumların tüm biçimlerinde görülmekteydi. Ancak artı-değerin farkı, serfin tersine emekçinin varlığının değil, emeğin meta olarak kullanılması, amak gücünün değişim değeri yoluyla alınıp satılmasıdır. İşçi sınıfının yaratmış olduğu toplam değerle, kapitalistlerin bu sınıfa ödediği ücret arasında sürekli bir fark vardır. Yani işçi sınıfı, yarattığı değerin ancak bir bölümünün karşılığını alabilir. Aradaki fark, işçilerin yarattığı fazlalığı verir. Bu fazlalık (artı-değer), ilk ağızda kapitalist sınıfın elinde toplanır, sonra kapitalist sistemin diğer sömürücü güçleri artı-değere mutlak artı-değer; emeğin verimliliğini artıran teknik yeniliklerin uygulanması tarzında çoğaltılan artı-değere nisbi artı değer adı verilir.
Tefecilik ve ticaret yoluyla meydana gelen para sermayesinin sanayi sermayesine dönüşmesi, kırsal yerlerde feodal hukuk düzeni, şehirlerde de lonca örgütleri ile önlenmişti. Bu engeller feodal toplumun çözülmesi, kırsal nüfusun mülksüzleştirilmesi ve kısmen topraklarından atılması ile ortadan kalktı… Amerika’da altın ve gümüşün bulunması, yerli halkın kökünün kazınması, köleleştirilmesi ve madenlere gömülmesi, Doğu-Hint adalarının ele geçirilmeye başlanması, Afrika’nın karaderi ticaretinin av alanı durumuna getirilmesi, kapitalist üretim çağının pembe renkli şafak işaretleriydi. Bu pastoral gelişmeler, ilmkel birikimin belli başlı adımlarıydı. Bunu savaş alanı tüm yer yuvarlağı olan, Avrupalı ulusların ticaret savaşı izledi. Bu savaş, Hollanda’nın İspanya’ya başkaldırmasıyla başladı. İngiltere’de Jakobenlere karşı dev boyutlara ulaştı ve Çin’de Afyon Savaşı ile büyük paya dönüşen uzakdoğu. Zor, yeni bir topluma gebe her eski toplumun ebesidir. Zor, kendisi bir ekonomik güçtür.”(4)
Bilimsel gelişmelerin ve hızlı makinileşmenin üretime yeni olgular sunmasının yanısıra, sömürgeciliğiin Uzakdoğu yağmasının yarattığı olanaklar sanayi sermayesinin atılımına güç verdi. İngilizler 1757’de Plassey savaşlarıyla başlattıkları Hindistan asalaklığını, Bengal’de ne buldularsa Londra’ya taşımakla sürdürdüler.
Ve ilk kez 1759’da İngiltere Bankası tarafından gerçekleştirilen para ihracı, son derece önemli bir tarihsel olgunun daha yolunu açıyordu. İngiltere’nin bunu yapabilmesindin kolay bir şey yoktu. Çünkü Hindistan’dan sağladığı 40 milyon sterlinin yanısıra İngiliz Sanayinin sermaye temeli olmak üzere Hindistan’da kullandığı köle emeği ile, ilaveten 40 milyon sterlin daha elde etmiş bulunuyordu. Ve bunlar. mevcut birikimlerinin iki misliydi.
“Sömürge sistemi, ticaret ve deniz ulasımını bir limonluk gibi besleyiep olgunlaştırdı… Sömürgeler. tomurcuklanan manifaktürler için pazar üzerindeki tekel aracılığı ile artan bir birikim sağladı. Avrupa dışında düpedüz talan, köleleştirme ve katillik yoluyla ele geçirilen servet, anayurda taşınarak sermayeye çevrildi… (5) Bugün sanayi üstünlüğü ticaret üstünlüğü anlamını taşıyor. Oysa gerçek manifaktür döneminde, sanayi üstünlüğünü sağlayan ticari üstünlüktür. Sömürgeler sisteminin o sırada oynadığı üstün rolün nedeni işte budur.
Bu arada, yine önemli olgulardan biri haline gelen ve kapitalizmin gelişme seyri üzerinde farklı kimliklere bürünerek halkların boynundaki ilmeklerin sıfatı olan borçlanma sistematiğinden söz etmek gerekiyor.
“Köklerini daha orta çağlarda Cenova ve Venedik’de bulduğumuz kamu kredisi, yani devlet borçları sistemi, manifaktür dönemi sırasında genellikle bütün Avrupa’yı sardı. Döviz ticareti ve ticaret savaşları ile birlikte sömürge sistemi, bunun için itici bir güç hizmeti gördü. Böylece ilk kez Hollanda’da kök saldı. Kamu borçları, yani devletin yabancılaşması bu devlet ister mutlakiyet, ister meşrutiyet ya da cumhuriyet olsun- kapitalist çağa damgasını vurdu. Ulusal zenginlik denen şeyin, modern halkların ortak mülkiyetene giren kıslı, bunların devlet borçlarıydı. Bunun zorunlu sonucu olarak, bir ulus ne kadar borçlu olursa, o kadar zengin olur şeklindeki modern öğreti ortaya çıkarıldı. Kamu kredisi sermayenin credo’su (amentü) durumunu aldı.(6)
“Kamusal borlanma ilkel birikimin en güçlü kaldıraçlarından birisi durumunu aldı… Ulusal adlarla süslü büyük bankalar, başlangıçta hükümetler yanında yer alan ve elde ettikleri ayrıcalıkları sanayide devletlere karşı verecek duruma gelen özel spekülatörlerin kurdukları şirketlerdi… Devlet borçları ile birlikte, çoğu kez şu ya da bu halktaki ilkel burukim kaynaklarından birini gizleyen uluslararası bir kredi sisteni doğdu… Develet borçlarının; desteğini, yıllık faiz, vb ödemelerini karşılamak durumunda olan kamu giderlerinde bulması gibi, modern vergilendirme sisteni de, ulusal istikrar yönündeki etkinliği, onun ayrılmaz parçalarından biri olan himaye sistenmi ile daha da artırılacaktı… Himaye sistemi, fabrikatör imal etmeye, bağımsız emekçileri mülksüzleştirmeye, ulusal üretim ve geçin araçlarını sermayeleştirmeye, ortaçağa özgü üretim tarzından modern üretime geçiş dönemini zorla kısaltmaya yarayan bir araçtı.”
“Sömürge sistemi, kamu borçları, ağır vergiler, himaye, ticari savaşlar vb. gerçek manifaktür döneminin bu çocukları, büyük sanayinin çocukluk dönemi boyunca dev gibi büyüdüler. Masum insanların uğradıkları büyük katliam bu sanayinin doğuşunun habercisiydi. Krallık donanması gibi, fabrikalar da insanları zor ve baskı yoluyla sağlıyordu… Kapitalist üretim biçiminin ebedi doğa yasalarının yerleşmesi, emekçiler ile emek koşulları arasındaki ayrılma sürecinin tamamlanması, bir kutupta, toplumsal üretim ve geçim araçlarının sermayesi, karşıt kutupta halk kitlalarinin ücretli emekçiler, “özgür emekçi yoksullar” olarak modern toplumun yapay ürünleri durumuna dönüştürülmesi… Eğer para, Aviger’in dediği gibi, “dünyaya bir yangından doğuştan kan lekesiyle geliyorsa, sermaye tepeden tırnağı kan damlayarak geliyor.(7)
Feodalizmin bağrından ondan daha ileri bir toplumun kapitalizmin doğması ve giderek onun yerini alması süreci, aynı zamanda uluslaşma süreci anlamına gelmekteydi. Feodalizm döneminde, Avrupa’ada siyasal birim olarak, feodal krallıklar, imparatorluklar içinde özerk feodal otoriteler, derebeylikleri görülmekteydi. Krallıklar merkezi otoriteyi sağlamaktan yoksun bulunmakta, yerel yasa ve ölçüler, çeşitli milliyetler, birbirinden değişik gelenekler, krallıklar içinde kargaşa yaratmakta, bütünlüğün sağlanmasılnı engellemekteydiler.
Oysa giderek değişen koşullar, ekonomik bir yaşam bütünselliğini gerekli kılmaktaydı. Gelişen sınıf burjuvazi, güçlenebilmek ve yeni bir dünya kurabilmek için, herşeyden önce kendisini koruyacak çıkarlarına hizmet edecek bir ortama gereksinim duyuyordu. Onun ulusal sınırlara, mal ve can güvenliğinin sağlanmasına, belli bir sınır içinde ölçü ve yasa birliğine gereksinmesi vardı. Bu sorunlara, feodal devlet yapısı çerçevesinde bir çözüm olanaksızdı.
Nitekim ticareti kollayıcı bir politika olan merkantilizm ve buna koşut alarak ticaret burjuvazisinin gelişmesi; feodal devlet yapısının yerini güçlü, merkezi ve ulusal otoritenin almasına, belli bir dil birliği, kültürel ortaklık ve tarihsel bütünlüğün bulunduğu mülkiyet ve toplulukların ekonomik yaşam bütünlüğünü sağlamalarına, buna bağlı olarak uluslaşmalarına, ulusal sınırlarını çizmelerine neden oldu. Yaşanan bu dönüşümün siyasal ve toplumsalsonuçları ise, burjuva devrimleri yoluyla, burjuvazinin iktidarı ele geçirmesi ve feodal değerlerin yerini burjuva değerlerin alması, burjuva yaşama biçiminin yaygınlaşması, bireyciliğin ekonomik ve sosyal bağlamra gelişmesi, kendine uygun değerleri yaratması oldu.
Artık tarihsel süreç, sınıf karşıtlığı ve sömürü temelinde yükselen son sisteme, kapitalist sisteme sahne olmaktaydı. Kapitalizmin ilerlemesiyle toplumsal işbölümü de belirginleşti. Önceleri başlıbaşına özerk olan sanayi dalları arasında bağlar oluştuğu görüldü. Ve bu bağlar, işletmeler, bölgeler, ülkeler arasında yayıldı. Kapitalist düzen, kapitalist ilişkilerin bulunmadığı sömürgelere kadar bütün kıtalara ulaştı.