TARİŞ DİRENİŞİ

0 333
image_pdf

12 Eylül 1980 Amerikancı Faşist Askeri Darbesi’nin arifesinde gerçekleşen ve tarihe “Tariş Olayları” olarak geçen büyük işçi direnişidir.

Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Tariş Direnişi’nden söz ederken beraberinde Gültepe ve Çimentepe Direnişleri’ni anmamak büyük bir eksiklik ve haksızlık olur.

Tariş Direnişi, ekmeği, işi, geleceği ve onuruna sahip çıkmak isteyen işçilerin eyleminin adı olurken Çimentepe ve Gültepe Direnişleri ise işçiler ile halkın ve devrimcilerin dayanışmasını ifade eder.

İzmir karla karışık yağmurlu bir güne uyanmıştı. Kıştı, soğuktu. Takvim yaprakları 22 0cak 1980’i gösteriyordu. Günlerden bir gündü ama İzmir için günlerden bir gün olmayacaktı. Tariş işçileri için de olmayacaktı. Sabahın erken saatlerinde, henüz yeni iş başı yapmışlardı. Makinelerinin başındaydılar. Aynı saatlerde, bir başka yerlerde bir başka hazırlıklar daha yapılmıştı, belediye otobüsleriyle fabrikalara geliyorlardı. Dönemin İçişleri Bakanlığı’nın gizli emri ve İzmir Valisinin koordinatörlüğünde belediyeye ait otobüslerle fabrikalara gelen polis “arama yapacağız” bahanesiyle tüm fabrikalara operasyon yaptı. Polisin bu operasyonuna işçilerin yanıtı ise DİRENİŞ oldu. Böylece takvim yaprakları 22 Ocak 1980’i gösterirken, yankıları sınırları aşan, Türkiye işçi sınıfı tarihinin en büyük direnişinden biri yaşanacak, adı Tariş Direnişi olarak tarihe kazınacaktı.

Tariş Ege bölgesinde üzüm, incir, zeytinyağı ve pamuk üreticilerinin oluşturduğu ‘Tarım Satış Kooperatifleri Birliği’nin kısaltılmış adıdır. Bundan otuz yıl önce, yani o günlerde Tariş’in 80 bin üretici ortağı vardı. Ancak bu kadar çok ortağı olan bu kuruluşun gerçekte sahipleri ve yöneticileri Ege bölgesinde büyük toprakları ve büyük hisseleri olanlardı. Bu sahiplerin sayıları da bir elin beş parmağını geçmezdi. Bu kuruluşa bağlı fabrika ve işletmelerin kazancı da, bu bir avuç insan ve dönemin siyasal iktidarı tarafından paylaşılırdı. Bugün sayıları son derece azalmış olsa da, o günlerde Tariş’in, üzüm, incir, iplik, zeytinyağı ve yağ kombinaları fabrikaları vardı. Bu fabrikalar Ege bölgesinin değişik il ve ilçelerine dağılmasına karşın fabrikaların ve işletmelerin ezici çoğunluğu İzmir’deydi. Buralarda on binin üzerinde işçi çalışırdı. Dediğimiz gibi Tariş bir kooperatifti, yönetim kurulu kooperatif üyeleri tarafından seçilirdi. Ancak, Tariş Genel Müdürü ve fabrikaların müdürleri, yöneticileri dönemin hükümetleri tarafından atanırdı. Tariş, 80 bin üretici ortağı ve 10 binin üzerinde çalışanı ile Ege bölgesinin ve Türkiye’nin en büyük kuruluşlarından biriydi. İşte böylesine büyük bir kuruluşun ekonomik gücü, oy potansiyeli ve siyasal etki alanı da önemliydi. Siyasal iktidarlar tarafından önemli olurdu. Onlar da politik olarak yaklaşırlardı. Siyasal iktidarlar Tariş’e öncelikli olarak kendi politikaları ve ideolojileri doğrultusunda müdahale ederlerdi. Bu müdahaleler, 1970’li yıllarda öncelikle de çalışanlar ve işçiler üzerineydi.

  • TARİŞ’İ ELİNDE TUTANLAR BÖLGENİN GÜCÜNÜ KONTROL EDİYORDU

İlk müdahale 1975 ve 1977 yılları arasında Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan I.MC hükümeti tarafından yapılmıştır. I.MC hükümeti Adalet Partisi, Milli Selamet Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin oluşturduğu, milliyetçi bir sağ koalisyon hükümetiydi. Bu hükümet döneminde fabrikalardan yüzlerce işçi çıkarıldı. Yerine ülkücü militanlar yerleştirildi. Fabrikalar adeta faşist militanların üsleri haline getirildi. O günlerde, İzmir’in birçok yerindeki devrimcilere, demokratlara yönelik faşist saldırılar, Tariş’e bağlı fabrikalardan yönlendirildi. Bu faşist militanlar aynı zamanda, fabrikaların içinde de, sorgu ve işkence odaları kurmuşlardı. Kendilerinden olmayan, kendilerine haraç vermeyen işçileri, sorguluyor, işkence yapıyorlardı. 1975 – 1978 yılları arasında, I. ve II. MC hükümetleri döneminde Tariş’e bağlı fabrikalarda yaşam böyle devam etti.

  • DEVLET, HÜKÜMET, FAŞİSTLER VE MEDYA TARİŞ’E SALDIRIDA ORTAKLAŞTI

1979 yılının Ekim ayında, CHP hükümeti düştükten sonra, yeniden MHP ve Milli Selamet Partisi’nin desteği ile Adalet Partisi tarafından Süleyman Demirel’in başbakanlığında III.MC hükümeti kurulmuştur. Bu hükümetinde icraatları arasında, daha önceki MC hükümetlerin yaptığı gibi, yeniden kamu kuruluşlarında ve Tariş gibi yerlerde operasyonlar yapmak olacaktı. Operasyon yapılacak yerler arasında, Tariş başta olmak üzere, Antbirlik, Çukobirlik ve Fiskobirlik ilk sıradaydı. Bunun için de vakit geçirilmeksizin kara propaganda başlatıldı. Bu gün nasıl ki, hakları için direnen emekçiler, halka karşı karşıya getirilmek için propaganda yapılıyor ise, nasıl ki, Ankara’da direnen Tekel işçileri için, Başbakan “bunlar yan gelip yatıyorlardı” diyerek, karalamaya çalıştıysa, o günde Tariş işçileri için benzer propagandalar yapıldı. Tek kanal olan televizyonda ve gazetelerde eş zamanlı yayınlar başlatıldı. İzmir’de yayınlan Yeni Asır gazetesi günlerce yalan manşetler attı. “Tariş’te Üretim Yok, Fabrikalar Anarşistlerin ve Komünistlerin Üssü Olmuştur” şeklinde atılan manşetlerin amacı kamuoyu yaratmaktı. Gazete bu yayınlarına günlerce devam ederek, hükümetin yapacağı operasyon için kamuoyunu hazırlıyordu. Yine o günlerde başka bir hazırlık daha vardı. Anadolu’nun değişik şehirlerinden insanlar getirilerek otellere yerleştirildiler. Bu insanlar Tariş’ten atılacak işçilerin yerine alınacaklardı. Hükümetin ve propagandaların tek amacı vardı. Tariş’te devrimci ve ilerici işçilerin ve DİSK’in varlığını fabrikalardan söküp atmak, fabrikaları yeniden faşistlerin üssü haline getirmek.

O günlerde Erzurum da kış tatbikatlarına katılan Genelkurmay Başkanı ve daha sonra 12 Eylül Faşist cuntasının lideri Kenan Evren, Tariş işçilerini kastederek şöyle diyordu: “Biz dış düşmanlarla değil, iç düşmanlarla uğraşıyoruz”.

  • SALDIRIYA KARŞI DİRENİŞ BAŞLADI

O günlerde, MC hükümetinin Tariş’e yönelik hazırlıklarının ayırımında olan işçiler de, İzmir kamuoyuna bir bildiri yayınladılar. Devrimci Eylem Birliği Komitesi adına yayınlanan bildiri de, hükümetin hazırlıkları teşhir edilirken, kısaca şöyle deniliyordu: “MC Hükümetinin fabrikalarımıza yönelik saldırılarına karşı, güçlü bir direnişle yanıt vereceğimizi ve fabrikalarımızı savunacağımızı tüm halkımıza duyuruyor, halkımızı ve sınıf kardeşlerimizi duyarlı olmaya çağırıyoruz”

Böylece takvim yaprakları 22 Ocak 1980’i gösterirken MC Hükümetinin İçişleri Bakanlığının gizli genelgesiyle İzmir valisinin emri doğrultusunda polis, jandarma desteğinde fabrikalara operasyon yaptı. Sabahın erken saatlerinde belediye otobüsleriyle fabrikalara gelen polis arama yapacaklarını gerekçe gösterdi. Ne var ki, panzerlerin kapıları kırdığı, duvarları yıktığı, ateşli silahların kullanıldığı bir aramaydı. Polisin bu operasyonuna karşı, özellikle de Çiğli İplik Fabrikası işçileri, üzerinde çalıştıkları makinelerin iğleri, masuraları ve kendi çıplak bedenleriyle karşı koydular, direndiler. Polisi fabrikalarına sokmadılar. Bu karşı koyuşta, kadın işçiler en öndeydi. Polis üzüm işletmeleri ve yağ kombinası fabrikalarında onlarca işçiyi ve iplik fabrikasında da dışarıda gelişi güzel yakalayabildiği bir kaç işçiyi gözaltına aldı. MC hükümeti aylarca yaptığı hazırlığı bu şekilde sahnelerken, işçiler de kısa sürede kendi aralarında değerlendirme yaptılar, direniş kararı alarak, şalterleri indirip, fabrikalarına kapandılar. İşçiler taleplerini de açıkladılar.

Başlıca üç talep vardı:

1. Arama bahanesi adı altında yapılan operasyonlar durdurulsun, olaylardan polis sorumlu tutulsun

2. Gözaltına alınan işçi arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın

3. İş ve can güvenliğimiz sağlansın. Hiçbir işçi çıkarılmayacak güvencesi verilsin.

İşte, tarihte yerini alan “Tariş Direnişi” bu taleplerle başlamıştı. Direniş kısa sürede tüm İzmir’de duyulurken, İzmir halkı ve öğrenciler de vakit geçirmeden, direnişçi işçilerin yanında yerlerini aldılar. Fabrikaların bulunduğu mahalle de oturan kadınlar evlerinde ekmek yaparak daha ilk gününden direnişçilere yetiştirdiler. Belediye işçileri öğle yemeklerini direnişçilerle paylaştılar. Ege üniversitesi öğrencileri üniversitenin önünden geçen şehirlerarası kara yolunu trafiğe kapatarak, “Direnişinizi Direnişimizle Destekliyoruz” pankartıyla yürüdüler. Polisin müdahalesi sonucu çatışma yaşandı, çok sayıda öğrenci yaralandı ve gözaltına alındı. Fabrikalarda direniş devam ederken 23 Ocak günü DİSK’E bağlı sendikalar İzmir’de iki saatlik grev yaparak, direnişi desteklediler.

MC Hükümetinin başbakanı Süleyman Demirel’de bağırıyordu: “Devlet güçlüdür. Tariş’e girecektir”

Direnişçilerde haykırıyorlardı: “Fabrikalarımızı teslim etmeyeceğiz. Tariş’te faşistlere yer yok.

  • DİSK DİRENİŞİ BİTİRME KARARI ALDI

Mücadele çetindi. İşçilerin karşısında siyasal iktidar ve bir bütün olarak devlet vardı. 22 Ocak’ta direnişe başlayan Tariş işçilerinin taleplerinin kabul edilmesi ve direnişin başarısı birazda öteki sınıf kardeşlerinin, Bundandır ki, direnişçi işçiler, kendi konfederasyonlarından, direnişlerini desteklemek için “Genel Grev, Genel Direniş” yapmasını istemişlerdi. DİSK 26 Ocak günü İzmir’de görkemli bir miting yaptı. Bu miting için İzmir’e gelen konfederasyon yöneticileri 25 Ocak gecesi Tariş işçilerinin bağlı olduğu sendika şube başkanlarının alınmadığı toplantıda, direnişi sonlandırma kararı aldılar. Ancak aldıkları bu kararı fabrikalara gelerek direnişçilere açılamaları 30 Ocak gününü buldu. DİSK Başkan vekili Rıza Güven, Tekstil-Sen Genel başkanı Rıdvan Budak ve Gıda-İş Genel başkanı Mehmet Mıhlacı’dan oluşan heyet, kararı açıklamak için önce İplik Fabrikasına gelmişlerdi. Heyet  Fabrikanın toplantı salonunda “genel greve gitmenin önkoşulu” olarak direnişin bitirilmesi gerektiğini açıkladılar. işçiler tarafından “Direnişi kıranın, kafasını kırarız”, “Genel Grev, Genel Direniş” sloganlarıyla karşılandı. DİSK yönetimi, büyüyen direnişin karşısında korkuya kapılarak  “sert ve kanlı” gelişmelerin yaşanacağını belirterek direnişi 31 Aralık’ta sonlandırma kararı aldı.

  • İKİNCİ SALDIRIYA DA DİRENİŞLE YANIT VERİLDİ

30 Ocak günü direniş sonlanıp, fabrikalar üretime başlarken, birkaç gün sonra, Tariş işçileri gazetelerde Tariş Genel Müdürü’nün açıklamasını okudular. Genel Müdür açıklamasında şöyle diyordu: “Hasar tespiti için fabrikalar bir hafta süre ile kapatılacaktır. İş kanunun 17. ve 274 sayılı yasanın 29. maddesine göre işçilerimizin tümünün iş akitlerinin feshi zorunluluğu doğmuştur.” Genel müdür açık konuşmuştu. Bu defa “hasar tespiti yapılacak” bahanesi altında fabrikalar kapatılarak binlerce işçi kapının önüne konulacaktı. İşçiler ve DİSK bu durumu kabul etmeyeceklerini açıkladılar. İşçilerin ve sendikanın genel müdürlüğe yanıtı şuydu: “Fabrikalarda zarar ziyan tespiti yapılmak isteniyorsa, fabrikalar çalışırken de yapılabilir. Burada amaç başkadır. Fabrikalarımızın kapatılmasına izin vermeyeceğiz”

İşçiler bu açıklamayı yaptıktan sonra da yirmi dört saat fabrikaları boşaltmadan üretime devam ettiler. Genel müdürlük, ertesi gün işten çıkardıkları işçilerin adlarını gazete ilanıyla açıkladı. Bir kez daha savaş başlayacaktı. İşçiler ve üyesi oldukları sendikalarıyla birlikte direniş kararı aldılar, şalterler indirildi. Fabrikaların kapılarında barikatlar kuruldu.

7 Şubat günü polis önce Alsancak semtindeki bir numaralı üzüm işletmesi fabrikasına operasyon yaptı. Panzerler kapıları kırdı, işçilerin karşı koyuşu ile çatışma başladı. Molotoflarında kullandığı saatlerce süren çatışmada, panzerler yakılırken elli üç direnişçi yaralandı. Yüzlerce direnişçi gözaltına alınıp, Alsancak stadyumuna götürüldü. Polis üzüm işletmesine operasyon yaparken, işletmenin karşısındaki Sümerbank’ta çalışan yüzlerce işçi iş bırakarak sloganlarıyla direnişçilere destek oldular. Polis Sümerbank işçilerini de ablukaya aldı.

  • DİRENİŞ FABRİKALARDAN TAŞTI, TÜM KENTE YAYILDI

Bu operasyonun ardından iplik fabrikasına operasyon için yola çıkan polis, karşısında halkın barikatını buldu. Çiğli ve Çimentepe halkı ve devrimciler, sosyalistler, yolda etten barikat kurarak polisi iplik fabrikasına yanaştırmadılar. Aynı saatlerde, Gültepe, Altındağ halkı da sokaklardaydı. İzmir kentinin sokakları gecenin karanlığını barikatlarda yakılan ateşlerle karşılıyordu. İplik fabrikasında çalışan iki bin işçinin bin beş yüzü de, fabrikanın etrafına kurdukları barikatların arkasındaydılar. Fabrikalarının içindeydiler. Günlerce polis iplik fabrikasına yaklaşamadı. Polis, 10 Şubat günü yeni bir operasyon daha denedi. Çiğli-Çimentepe halkı ile İplik fabrikasının etrafındaki mahalle halkı arasında şiddetli çatışmalar başladı. Direnişçi işçilerin de halkla birlikte katıldığı silahların kullanıldığı çatışma saatlerce sürdü ve bu çatışmanın sonunda Cemil Oral adlı devrimci öğrenci, polis panzerlerinden açılan ateş sonucu yaşamını yitirirken, onlarca insan da yaralandı. 500 civarında insan gözaltına alındı. Halkın desteği kırılmıştı. Artık iplik fabrikası işçileri, kendi barikatlarının arkasında yalnızlardı. Halaylarla ve barikat ateşleriyle direnişlerine devam ettiler.

  • Adı “TARİŞ DİRENİŞİ

Kıştı, soğuktu. Kurşuni bir ayaz vardı kentin üzerinde. Gecenin en karanlık anıydı. Saat sıfır dörttü. En derin uykusundaydı şehir. İplik fabrikası havadan ve karadan kuşatıldı. Tanklar ve panzerler eşliğinde 10 bin asker ve polis fabrikayı sardı, fabrikanın çatısına helikopterlerden komandolar indirildi, direnişçiler kuşatıldı. Asker ve polis amirlerinin anonsu yankılandı gecenin karanlığında. “Etrafınız sarıldı. Teslim olun”. Ve Direnişçilerin yanıtı yükseldi: “Teslim olmayacağız. Bizleri rahat bırakın”. “Faşizme Karşı Omuz Omuza”. Sesler yankılandı, varoşlara uzandı, kentin en derin uykusunda, gelecek düşlerin arasına girdi. Çatışma başladı. Günün ışıklarını karşıladı kurşun ve slogan sesleri. Asker tankları kapıları kırdı, barikatları yıktı. Eşit koşullarda değildi çatışma. Operasyonu yönetenlerin tekrarladıkları anonslar üzerine, çatışmaya girmeyen direnişçilerden bir kısmı fabrikayı boşaltmaya başladılar. Saatler içinde yenilginin kapıları aralandı. Direniş düştü. Acıydı, eşit olmayan koşullarda birazda tarihin zaruri kanunuydu, yine de yürekler parçalanıyordu. Böylece 22 Ocak Günü başlayan ve 14 Şubat 1980 gününe kadar devam eden bir direnişin öyküsü yazıldı, İşçi sınıfının mücadele tarihinin sayfalarına. Adı “TARİŞ DİRENİŞİ”ydi. Hep anılacaktı.

  • RENİŞ BİR TESADÜF DEĞİLDİ

Öncelikle anti-faşist bir direnişti. İşçilerin karşısında doğrudan devlet vardı. İşçilerin talepleri, iş ve can güvenliği olsa da, direniş başından itibaren siyasal olarak devam etti. Tariş işçilerinin arasında farklı görüşlerden ciddi bir politik ve anti-faşist birikim vardı. Fabrikalarını faşist işgalden kurtarmışlardı, elbette koruyacaklardı.

Direniş içerisinde o günün koşullarında sol ve devrimci gruplar arasında var olan görüş ayrılıkları, barikatın arkasında omuz omuza duruşa, devrimci dayanışmaya, direniş halaylarında kol kola olmaya engel olamadı. Direnişin her evresinde, var olan devrimci güçlerin ortak emeği sergilendi.

Tariş direnişinin ardından İzmir’de sıkıyönetim ilan edildi. Birkaç ay sonra da 12 Eylül askeri faşist darbe yaşandı. Dolayısıyla direniş yeterince tartışılamadı. Yenilginin nedeni, günün koşullarında yeterince irdelenemedi.

Olaylardan sonra yüzlerce işçinin işine son verildi ve yerlerine MHP’li faşistler dolduruldu. İşine geri alınmayarak 4 çocuğu ve ailesiyle birlikte aç bırakılan Nesimi Çınar isimli işçi intihar etti.

Direnişe katıldıkları gerekçesiyle 187 işçi hakkında dava açıldı. 135 işçiye önce 25’er ay ceza verildi. Daha sonra yeniden görülen dava sonucunda dört işçi hakkında verilen idam cezası ömür boyu hapse çevrildi. 19 işçiye de 12 yıl ile 18 ay arasında değişen hapis cezaları verildi. Diğerleri beraat etti.

Gültepe direnişine katıldığı gerekçesi ile 95 kişi hakkında dava açıldı. Yargılamalar sonucunda üç kişiye idam, altı kişiye ömür boyu hapis, 49 kişiye de 20 ile bir yıl arasında değişen hapis cezaları verildi.

Etraflı bilgi için

image_pdf
Bunları da beğenebilirsin

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.