Leyla Güven: Umut Ettik, Dirandik, Başardık

0 248
image_pdf

Gazeteci Sabiha Temizkan, Yeni Yaşam için annesi Leyla Güven ile 200 gün süren açlık grevi direnişini konuştu

Sabiha Temizkan

Bir bilinmeze yolculuk gibiydi bazen yaşadığım süreç. Annem açlık grevindeydi. 200 gün… Kızıydım, endişeliydim. Gazeteciydim, tanıktım. İşte bu zor, tarihi anın hem bir parçası hem de tanığı olarak ilk olarak ben konuşmak istedim aynı zamanda annem olan DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven ile. Ne hissetti? Korktuğu anlar oldu mu? Umudunu diri tutmayı nasıl başardı? Direnişin duygu yanından PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın mesajlarına kadar pek çok şeyi konuştuk. Bu uzun soluklu açlık grevini bir gazetenin sayfalarına sığdırmak, tamamını anlatmak mümkün olmasa da…

Gazetecilik ve evlatlık arasında kalan biri için zor bir röportaj olacak. İlk söyleşiyi kızınızla yapmak üzerine siz neler söylemek istersiniz?

Hem kızım hem de sürecin en yakın tanığı olması itibariyle benim için bir ayrıcalık, şans. Bunu en iyi şekilde değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum.

Yanıtlarınızı sansürlemeyeceğinizi düşünerek, şuan herkes gibi ruh halinizi merak ediyorum. Buna paralel olarak örneğin kızınızla aranızda kadın dayanışması vardı. Onun yanı başınızda üzüldüğünü fark etmişsinizdir. Nasıl bir süreçti bu?

Kızımla birlikte büyüdük. Onu kucağıma aldığımda 17 yaşındaydım ve aramızda farklı bir bağ vardı. Ona anlatmak hiç de kolay olmayacaktı. Her ne kadar bu mücadeleyi yakından tanıyan biri olsa da böyle bir eyleme hazır olmadığını biliyordum. Öyle de oldu. Cezaevine geldiğinde çok duygusal anlar yaşadı ama ben ona bu eylemin gerekliliğini anlattığımda beni anladığını söyledi ve 200 gün boyunca da sesimi duyurmak için çabaladı. Kızımın benim bedenim erirken yanı başımda yaşadıkları bir anne için anlatılamaz bir zorluk. O benim için endişelendikçe ben de bir anne olarak acı çektim.

Bu açlık grevinin bu kadar uzun süreceğini düşünmüş müydünüz?

Açlık grevlerinin tarihçesine baktığımızda aslında ilk 100 gün içerisinde ne olacaksa oluyor. Başarıyla da sonuçlansa, başarısızlıkla da sonuçlansa bir şekilde bitiyor. Fakat bu açlık grevinde benim de öngöremediğim şeyler yaşandı. Ben örgütlü yapıyı zorlayarak, kendi başıma karar verdim ve bu işi gençlere bırakmak istemedim. Ancak başta zindanlar ve dünyanın birçok yerinde arkadaşların katılımıyla açlık grevimin 38. gününden sonra artık yalnız değildim. Sevgili Sebahat Tuncel ve Selma Irmak’ın da aralarında olduğu binlerce yoldaşım benimle birlikte direndi. Yoldaşlarımla bu direniş boyunca AKP-MHP iktidarının kolay adım atmayacağını öngörüyorduk. Fakat talebimiz çok yasal bir talepti ve bu kadar uzun süreceğini de düşünmemiştim doğrusu.

Cezaevi ile ev süreciniz arasındaki farklar ve benzerlikler nelerdi?

Diyarbakır Cezaevi’nin benim için farklı bir yanı vardı. O da maneviyatı. 14 Temmuz direnişi, Mazlum Doğan, Dörtler… Yine Sakine Cansız’ın burada bulunması gibi. Bir direniş kalesiydi Amed zindanı. Burayla kurduğum bağın ayrı bir önemi vardı ve bu da beni motive ediyordu, güçlendiriyordu.

Koğuş arkadaşlarınızla nasıl bir süreç yaşadınız, açlık grevinin 79 günü boyunca?

İnanılmaz bir kadın ve yoldaş dayanışması yaşadım. Arkadaşlar benim gözümün içine baktığında ben çok etkilendiklerini görebiliyordum. Öyle fedakarlıklar vardı ki… Bazı yoldaşlarım bana bakabilmek için duruşmalarına çıkmadılar, tahliye olabilecekken üstelik de. Muazzam bir dayanışma, muazzam bir duygudaşlık. Tahliye olduktan sonra da bu kez dışarıda kadın yoldaşlarım ilk andan itibaren yanımdaydı.

Açlık grevine başlayacağınızı açıkladığınız duruşmanızda Öcalan’ın kadına dair felsefesinden çok etkilendiğinizi söylemiştiniz. Bu grev süresince Öcalan’ın bir erkek olmasından dolayı kimi feminist çevrelerden de eleştiri aldınız, “bir kadının bir erkek için açlık grevinde olduğuna” dair. Öncelikle siz Öcalan’ın kadına bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir ikincisi de size yönelik bu eleştirilere nasıl bakıyorsunuz?

Sayın Öcalan Kürdistan mücadelesine başlarken kadın mücadelesine hep ayrı bir yer ayırmış, “Kadınsız devrim eksik devrimdir” demiş ve kadının içinde olmadığı hiçbir şeyin özgürlük sayılamayacağını, ileriye gidemeyeceğini ifade etmiştir. Rojava devrimi buna en iyi örnektir. Sayın Öcalan da kendi ailesindeki kadınlardan yola çıkarak çözümlemeler yapmıştır. Bu felsefe bütün dünya kadınları için çözüm niteliğinde bir yaklaşımdır, kadın kurtuluş ideolojisidir. Mesela eş başkanlık önerisi, jineoloji kavramsallaştırması ve buna benzer başka önemli önerileri, çalışmaları ile Kürt mücadelesinde, demokratik siyasette kadının eşit temsiliyeti açısından önemli bir katkısı oldu. Hatta sayın Öcalan “Kadın mücadelesi gelişmelidir, ben de gerekirse sizin bir işçiniz olmaya hazırım” demiştir. Asla kadına üstten bir bakışı, talimatvari bir yaklaşımı yoktur. Türkiyeli bazı kadın hareketleri, kadın yoldaşlarımız böyle eleştiriler getirmiş olabilirler. Fakat şunu gönül rahatlığıyla belirtebilirim ki demek ki biz diğer kadın hareketlerine sayın Öcalan’ın kadın perspektifini neden önemsediğimizi, benimsediğimizi anlatamamışız ya da yetersiz aktarmışız. Bana göre bu sorunun cevabı tek başına bir röportajın konusudur. Kadın hareketleriyle bu konuyu belki günlerce süren bir platformda tartışmayı da çok isterim.

Daha yaşanası bir hayat için ölümle burun buruna bir süreçti sizinkisi. Ölümü göze aldığınızı hep söylediniz ama hiç korktuğunuz oldu mu?

Ölümün olabileceği ihtimaline ilişkin şunu düşünüyordum; kesinlikle ölebilirim, doğru ama zaten herkes bir gün ölecek. Ama bu eylemin sonucunda eğer başararak yaşarsam da bu benim ve mücadelem için çok büyük bir moral ve güç olacaktı. Tabi ki ben de yaşamayı istiyordum. Şimdi düşünüyorum, ölmüş olsaydım, bugünü görmeden, bir eksiklik olurdu benim açımdan ama iyi ki böyle sonuçlandı.

PKK Lideri Öcalan ile avukatları 2 Mayıs’ta bir görüşme yaptı ve 6 Mayıs’ta da bunu kamuoyuna açıkladılar. O açıklamadan sonra neden grevi bırakmadınız?

Bu görüşmenin ardından yıllardır hukuksuz bir şekilde sürdürülen görüş yasağının kalktığına dair hiçbir emare yoktu. İmralı’ya gidecek avukatlar bile iktidar tarafından belirlendi. Görüş yasağının kalktığına dair kamuoyuna bir açıklama yapılmadı. Evet, avukatlar bir kez görüşe gittiler. Peki ya sonra? Sonrası yok. Bu yasağın kalktığını bilmemiz gerekiyordu, hem hukuki hem de resmi olarak tebliğ edilmesini bekledik.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül bir açıklama yaptı aslında…

Evet ama şöyle bir tezatlık vardı, “yasak kalktı” diyordu fakat avukatların yeniden görüş için yaptığı başvurular yanıtsız kalıyordu. Bir yandan da sayın Öcalan’ın ailesine disiplin cezası ile engel konuluyordu. Bütün bu gelişmeler, sorunun çözülmediği anlamına geliyordu. Biz de ilk görüşmeyi bu nedenlerden dolayı yeterli bulmadık.

Öcalan’ın avukatlarıyla ikinci görüşmesinden sonraki mesajını ilk olarak nasıl aldınız? Size özel bir mesajı var mıydı?

Mesajı Asrın Hukuk Bürosu avukatları gelip benimle de paylaştılar. Sayın Öcalan’ın bana özel mesajı, artık kendi sağlığıma dikkat etmem ve Mahatma Gandi’nin siyasetini incelemem yönündeydi. Açlık grevinin Gandi’nin de benimsediği bir yol olduğunu ancak aynı zamanda güçlü bir siyaset yürüttüğünü söylüyordu. Ölümü değil yaşamı tercih ederek daha güçlü mücadele etmek gerektiğini ifade ediyordu. Bu görüşme sonrası gelen mesajın ardından grevimizi, tecridin kaldırılması, tam demokratik bir Türkiye ve onurlu bir barış için daha etkili bir siyaset yapma iddiasıyla sonuçlandırdık.

Bu uzun soluklu mücadelenizde sizi en çok zorlayan şey neydi? Yüreğinize dokunan şeyler var mıydı?

Bu eylem boyunca üç büyük sarsıntı yaşadım. Bunlardan ilki açlık grevimin 79. gününde tahliye edilmem oldu. Bu kararın direnişimi kırmaya dönük olduğunu biliyordum. İkincisi ve en ağır olanı, Zülküf Gezen ile başlayan fedai eylemler süreciydi. Bu eyleme başlarken sadece ben olmak istiyordum, başka hiç kimsenin greve girmesini istemiyordum. Çünkü gençlerin acısını taşıyamazdım. Bu nedenle benim ardımdan açlık grevleri yayılmaya başladığında çok etkilendim. Bu arkadaşlar yıllardır cezaevinde olan ve defalarca bedenini açlığa yatıran insanlardı.

Onlardan aldığım mektuplar, onların selamı bana güç veriyordu ama aynı zamanda içim de sızlıyordu. Ne olacaksa bana olsaydı ama onlar zarar görmeseydi. Ama bu eylem boyunca beni en çok etkileyen ve aslında bu eylemin başarıya gitmesine canlarıyla öncülük eden, bütün Kürt halkının gönlünde yer eden, fedai eylem gerçekleştiren arkadaşlar oldu. Eylem boyunca beni zorlayan buydu. Üçüncüsü ise 30’ların ölüm orucu direnişiydi. Adeta o günden sonra nefes almakta zorlandım. “Onların ölümünü görmektense keşke ben onlardan önce ölseydim” diye düşündüm. Sonradan bunun da eksik bir bakış olduğunu farkettim. Evet, bu arkadaşlar bizim için kendilerini feda ettiler ama zindanlardaki binlerce yoldaşımın gözü kulağı da benim sağlığımdaydı ve benim de onlara bu acıyı yaşatmamam gerekiyor dedim.

Başarıya odaklandım ve kalan süreci bu motivasyonla tamamladım. Bu mücadele kısmı. Bir de canımdan can alan annemi kaybedişim var elbette. Babasını da cezaevindeyken kaybetmiş biri olarak annemin vefat haberini de zindanda almak kolumu kanadımı kırdı adeta. Onun acısıyla bu direnişi sürdürmek oldukça zordu.

Öcalan’ın mesajlarına gelmek istiyorum… Öcalan’ın mesajında Suriye’ye ilişkin “Türkiye’nin hassasiyetleri” vurgusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gelinen aşamada Rojava’da bir süreç yaşandı, gelinen bir nokta var, Türkiye burada duvar örüyor, iki halk arasında devasa duvarlar örerek ayrıştırmaya çalışıyor. Afrin’i işgal ederek oradaki insanları kendi evinden, yurdundan ederek ÖSO’cuları yerleştiriyor. Türkiye’nin Rojava halkına uyguladığı bir zulüm var aslında. Buna rağmen sayın Öcalan başka bir şey söylüyor, “QSD Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat etmeli.” Bu çok değerlidir, Türkiye’nin bunun kıymetini bilmesi gerekiyor. Sayın Öcalan’ın halkların kardeşliği vurgusunu görmesi gerekiyor. Buna denk bir politika üretilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok yakında sayın Öcalan’ın 7 maddelik deklarasyonunun Türkiye’nin gündemine gireceğini düşünüyorum. Başta Rojava’ya dönük mesajları olmak üzere. Sayın Salih Müslim’in oradan cevap vermesi yine QSD’nin sayın Öcalan’ın dile getirdiklerini önemsediklerini açıklaması önemli gelişmelerdir.

Öcalan’ın mesajlarının yakın zamanda Türkiye’nin gündemi olacağı öngörünüzü neye dayandırıyorsunuz peki?

AKP mevcut haliyle sürdürülebilir bir siyaset izlemiyor. Türkiye’de siyaset bu kadar tıkanmışken ne olur? Ekonomik kriz olur. Evet, şu anda her ne kadar perdelenmeye çalışılsa da derin bir ekonomik kriz var Türkiye’de. Ekonomide dışa bağımlı bir politikayla bu iktidar kendisini daha fazla sürdüremez. Sayın Öcalan aslında son mesajlarıyla Türkiye toplumuna bir çıkış yolu gösteriyor. Evet belki Türkiye’nin tek sorunu Kürt sorunu değildir ama en önemli sorunu Kürt sorunudur. Bu sorundan kaynaklı her yıl savaşa ayrılan bütçeyi düşündüğümüzde bile bu sorunun çözümü ile muazzam bir kalkınmanın olacağı tartışmasızdır.

Sizce yeniden bir müzakere başlar mı?

Bunu çok öngöremiyorum ama adı müzakere olmasa bile Türkiye kendi içinde normalleşme yaşarsa, demokratik kriterleri yükseltirse, hak ve özgürlükler konusunda reform niteliğinde bir gelişme yaşanırsa zaten bu beraberinde böyle bir süreci de getirecektir. Sayın Öcalan da bu sürece elinden gelen katkıyı sunacaktır ve zaten biz demokratik siyasetin içinde olanlar buna katkı sunacağız.

Peki sizce ifade ettiğiniz onurlu barış ne kadar yakın ve siz bu konuda nasıl bir rol oynayacaksınız? Bu açlık greviyle birlikte sorumluluğunuzun arttığını düşünüyor musunuz?

Bu barışa hem çok yakınız hem de çok uzak. Uzağız çünkü Türkiye’yi yönetenler, Ortadoğu’daki devletleri yönetenler çok geleneksel ve iktidarcı bir zihniyete sahipler. Bu zihniyetin değişmesi gerekiyor. Kalıcı ve onurlu bir barış çok yakın, çünkü yeni bir nesil yetişiyor. Bu nesil mevcut statükocu anlayışı, bağımlı yaşamayı kabul etmiyor. Küresel özgürlüğü istiyor, küresel demokrasiyi istiyor. Eşitlik istiyor, sınırların kaldırılmasını istiyor. Daha özgür bir dünya istiyor, kendi ülkesiyle sınırlı kalan değil, daha global düşünüyor. İşte bu nesil de insana umut veriyor. Siyaset gençleşiyor, kadınlar siyasete daha aktif katılıyor, kendi rengini veriyor. Bütün bunlarla birlikte siyaset de doğal olarak demokratikleşiyor. Bu öz siyasete yansıdığında ben inanıyorum ki bu zihniyet değişecektir. Dolasıyla kalıcı barış da yakın diye düşünüyorum.

Sayın Öcalan fiziken de bu barışın içinde olmalı. Çünkü sayın Öcalan demokratik ulus perspektifiyle demokratik Ortadoğu’nun mümkün olabileceğini ve tüm halkların birlikte yaşayabileceği bir proje sunuyor aslında. Bu çok ağır sonuçları olan çatışmalı sürecin ardından bir barış olacaksa ancak onunla olur. Bunu sadece ben söylemiyorum, bu bir realitedir. Bu yüzden de sayın Öcalan’ın sesinin dışarı çıkması için açlık grevine başladım. Zaten sayın Öcalan’ın avukatları ile yaptığı ilk görüşmede kamuoyuna açıklanan 7 maddelik deklarasyon niteliğindeki metinle de bu realite bir kez daha ortaya çıktı.

En başta eylemim sırasında fedai eylemi yapan 9 yoldaşım olmak üzere zindanlarda direnen binlerce tutsağın mücadelesinin bana yüklediği sorumlulukla, bugüne kadar yaptığım gibi mücadelemi sürdüreceğim. Bu halka, mücadelesi için canını, malını, maneviyatını ortaya koyan bu halka layık olmak için elimden gelen her şeyi yapacağım.

Öcalan’ın avukatlarının yaptığı açıklamayı barış anneleri ve açlık grevcilerinin sesini duyurmak için cezaevinde hayatına son veren Zülküf Gezen’in annesi ile birlikte, onların ellerini tutarak dinlediniz. Ne hissettiniz?

“Evet, başarıyoruz, bu eylem bitiyor” derken, Zülküf, Ayten, Zehra, Medya, Yonca, Siraç, Mahsum, Ümit, Uğur… “Onlar da burada olmalıydı, zindanda da olsalar onlar bugünü görmeliydi” dedim içimden ve Zülküf’ün annesinin elini tuttuğumda ikimiz aynı anda aynı cümleyi kurduk, “Keşke onlar da burada olsaydı…” Ve birbirimize bir söz verdik, biz sağlımıza kavuştuğumuzda mezarlarının başında onlara bu müjdeyi vereceğiz. Tabi ki çok duygulandık. Milyonların sevinci oldu bu açlık grevinin başarıyla sonuçlanması ama tabi ki buruk bir sevinç yaşıyoruz.

Ve beyaz tülbentli anneler…

Bir ülkede anneler sokaklarda evlatlarının yaşaması için direniyorsa o ülkede insan hakları, yaşam hakkı, demokrasi ciddi yara almış demektir. Kürt anaları da yıllardır Kürt sorununun barışçıl, demokratik yöntemlerle çözümü için mücadele ediyorlar. Artık daha fazla kimse evladını yitirmesin diye. Açlık grevi direnişimiz sırasında da beyaz tülbentli (Leçek Spi) anneler AKP-MHP iktidarının tüm faşist uygulamalarına rağmen alanları terk etmediler. Cahil diye nitelendirilen, itilip kalkılan annelerimiz tüm bilgelikleriyle direndi ve evlatlarını, onurlu bir barışı savundular. Bu sürecin kahramanlarını selamlıyorum.

Buradan bir mesaj vermek isterseniz kime, ne derdiniz?

200 gün boyunca beni yalnız bırakmayanlara elbette. Kürt halkı başta olmak üzere, sosyalist, devrimci yoldaşlarımıza, dünyanın dört bir yanından enternasyonalist dayanışma gösteren tüm kesimlere, Plaza De Mayo annesi Nora’ya, sevgili Leyla Halid’e, değerli Margaret Owen’a, Barış Akademisyenlerine, kadın örgütlerine, inanç temsilcilerine, Güney Kürdistan’dan gelen Kakai heyetine, beni umutlandıran gençlere, coşturan çoçuklara, herkese ama herkese çok teşekkür ediyorum. Bir de tabi ki cezaevinde ve evde bakımımı üstlenen kadın yoldaşlarıma. Ve elbette bu sürecin başından sonuna kadar sabırla yanımda olan aileme çok teşekkür ediyorum. Bu başarı hepimizin.

Bu direnişe bir manşet atmanızı istesem, başlığınız ne olurdu?

Umut ettik, direndik, başardık!

image_pdf
Bunları da beğenebilirsin

Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.