Osmanlı’yı yenen Rus Çarlığı’nda zaferin ‘hediyesi’ kolera olur… Kolera yayılırken sınıfsal bir tercihte bulunmamış, dükleri, düşesleri, generalleri… Yani ‘ayrıcalıklılar’dan da pek çok kişiyi öldürmüştür. Fakat alt sınıflardaki ölüm oranları yüz bin gibi rakamlara ulaşmıştır.
1828-1829 Osmanlı-Rus savaşı, Edirne Antlaşması’yla ve Rusya’nın zaferiyle sonuçlanır. Fakat muzaffer Rus askerleri memleketlerine dönerken cephe hikayeleriyle birlikte kolerayı da yanlarında götürür… Kısa süre içinde yayılan hastalık, Çar I. Nikolay’ın kardeşi Prens Konstantin de dahil yüzbinlerce insanın yaşamına mâl olmuştur. Karantinaya alınan evler, mahalleler ve kentler kâr etmez… Yoksulluk yüzünden salgının asıl çilesini çeken kitleler ayaklanır. Dedikodular sonucunda doktorlar; yoksulluk yetmezmiş gibi baskı yapan toprak sahipleri ve hükümet yetkilileri öldürülür… Hastaneler de dahil olmak üzere yağmalar başlar. Sokaklara egemen olan artık sadece kolera değil, aynı zamanda korku ve öfkenin doğurduğu kaos ve belirsizliktir.
Çar en sonunda halkının karşısına çıkar ve kitleleri ‘sakinleştirir’. Başkent meydanlarında halka yaptığı konuşma, tablolara, heykellere konu olur. Gel gelelim sarayına dönen ‘fedakar’ imparator, ilk iş üzerindeki tüm kıyafetleri ateşe verip uzun sürecek bir banyo yapmayı da ihmal etmez. Oysa Çar’a yardımcı olan sadece hitabet gücü ve sözleri değil, aynı zamanda topları ve tüfekleridir…
Glasgow Üniversitesi’nden Samuel Kline Cohn Jr, koleranın 1830’larda dünyada nasıl bir iz bıraktığını anlatırken Rusya’da yaşananlar hakkında ‘hoşumuza gitmeyecek bir sınıf mücadelesi’ tanımını yapıyor. Sahiden kontrolsüzce hareket edilen bu isyanda ‘hoş’ bulunacak bir yan yok. Rus ve dünya edebiyatının en güçlü isimlerinden Maksim Gorki de 1905 yılında kaleme aldığı ‘Güneşin Çocukları’ adlı oyununda ‘Kolera İsyanları’na farklı bir gözle bakıyor ve aydınların kitlelerle kurduğu ilişkilere değiniyor. Ancak kolera onun için sıradan bir konu değil. Gorki henüz çok küçük bir yaştayken bu hastalığa yakalanır. Bir süre sonra sağlığına kavuşur. Ancak babası, oğlundan kaptığı koleraya yenik düşer ve hayatını kaybeder. Gorki, anılarında anlattığı üzere babasının gömüldüğü gün, yaşı gereği sadece mezarın dibinde gördüğü kurbağaların orada kalıp kalamayacağını düşünse de kolerayı ileride daha farklı bir şekilde değerlendirecektir. Kişisel tecrübeleriyle birlikte 1905 yılında Rusya’da başlayan devrimci süreç, Gorki’nin bu oyunu yazmasında etkili olmuştur.
Ancak biz önce biraz daha detaylı bilgi sahibi olmak için tekrar 19. yüzyıldaki Kolera İsyanları’na gidelim. Güneyden ve doğudan gelen salgın, yavaş yavaş başkent St. Petersburg’u da pençesine almıştır. Bunun üzerine hükümet çok sayıda bölgeyi karantinaya alır. Başkentte 1831 yılında hastalık zirveyi bulduğu zaman günde yaklaşık 600 kişi hayatını kaybetmektedir. Okullar, tiyatrolar, iş yerleri, hükümet binaları… Hepsi kapatılır. Karantina dolayısıyla sokaklarda polisiye tedbirler artarken dedikodular da mahallelerde yayılmaya başlar.
Gerçekle yalan kontrolsüz bir şekilde birleşince ortaya korkunç bir manzara çıkar. Kuyuların zehirlendiği fısıltıları yayılırken, doktorlar ve hemşireler ilk kurbanlardan olur. Öyle ki insanların sirkeyle ellerini sık sık yıkamaları önerileri bile ‘doktorların komplosu’ olarak değerlendirilir. Hatta kentte içerisinde kolera hastalarının bulundu bir hastane ateşe verilir, pek çok sağlık çalışanı da korkunç bir şekilde galeyana gelen kitle tarafından katledilir. Sennaya Meydanı’ndan kraliyet güçleriyle çatışmalar devam ederken sert, baskıcı ve tutucu tavırlarıyla bilinen Çar’ın askeri konuşması gerçekleşir…
Gel gelelim ülkedeki bu kontrolsüz isyan dalgası hemen sönecek gibi değildir. Novgorod bölgesindeki Staraya Russa’da salgından korunmak için alınan önemlerin yetersiz olduğundan şikayetçi olanlar ayaklanır. Hükümetin hastalığı bilerek yaydığından şüphelenenlerin sayısı da hiç az değildir. Burada da pek çok sağlık çalışanı canından olur. Fakat birikmiş öfkenin hedefinde sadece doktorlar yoktur. Hükümet yetkilileri ve toprak sahipleri gibi kesimler de isyancılar tarafından tutuklanır, öldürülür. Ayaklanma bastırıldığında sadece Staraya Russa’da 3 bini aşkın isyancı asker ve köylü, Çarlık güçleri tarafından ya idam edilir ya da sürgüne gönderilir…
Peki tüm bu yaşananları bugün nasıl okumak gerekiyor? Kolera yayılırken sınıfsal bir tercihte bulunmamış, dükleri, düşesleri, generalleri… Yani ‘ayrıcalıklılar’dan da pek çok kişiyi öldürmüştür. Fakat alt sınıflardaki ölüm oranları yüz bin gibi rakamlara ulaşmıştır. New Mexico Üniversitesi’nden Yury V. Bosin de ayaklanmanın sınıfsal boyutuna dikkat çekiyor: Hükümetin karantina ve kontrol uygulamaları, umutsuzluk, korku, tedirginlik ve kızgınlık halkı sokaklara sürüklemiş, en yoksulların hastalıktan en fazla etkileniyor oluşuysa hem üst sınıflara karşı kini hem de doktorlara karşı dedikoduları alevlendirmiştir. Dolayısıyla yaşananları sadece ‘dedikodu’ ya da sadece ‘salgın korkusuyla’ açıklayamayız. At izinin it izine karıştığı bu başıboş ayaklanmanın ardında, ülkedeki yoksulluk ve savaş yorgunluğunun hastalık yaralarını sarmada yetersiz kalması da gözardı edilemez.
Şimdi Gorki’ye geri dönelim… Güneşin Çocukları oyununda ayrıcalıklı aydınların kapılarının dışındaki dünyadan habersiz bir şekilde kurduğu düşleri eleştirir. Dışarıda kapıya dayanmış kolera salgını vardır. Eser, siyasetle ilgili bir aydının burjuva toplumunda bağımsız bilimsel çalışma yapma savının geçersizliği kanıtlanmaktadır. Aynı oyunda, halkın taşıdığı potansiyel güç de duyurulmaktadır. Çalışmalarını bu güçle birleştirmeyen aydın, yenilgiye yazgılıdır.(1)
“Evvelzaman içinde, güneşin ışığıyla yaşantıya baş veren o şekilsiz, bir damlacık albümin nasıl ilkin suyosunu, derken aslan, derken insana dönüştüyse; bir gün gelecek, insanlar, bütün insanlar birleşip görkemli, uyumlu bir örgen kuracaklar. Yani insanlığı kuracağız dostlarım!… Bu örgenin hücreleri insan zekasının geçmişteki şanlı zaferleriyle işte bugünkü çalışmalarımızdan oluşacak. Gün, pir aşkına, gönüllüce savaşma günü!… Adım adım yaklaşıyor, seziyorum, görüyorum, yaklaşıyor o mutlu gelecek. İnsanoğlu durmadan gelişiyor, olgunlaşıyor. Yaşantı bu işte, yaşantının bütün anlamı bu! (…)
Ölüm korkusu var ya… İnsanların yiğit, güzel ve özgür olmalarını engelleyen hep o!… Ölüm korkusu koskocaman, kara bir bulut gibi çökmüş üzerlerine, gölgesiyle kaplamış yeryüzünü, heyulâlar salıyor ortalığa. İnsanları özgürlüğe giden yoldan, ‘bilim’ denen ana yoldan saptırıyor. Yaşantının anlamını şaşırtan derme-çatma, saçma kuşkulara sürüklüyor onları, gerileterek yanılgılara düşürüyor zekayı. Ama biz, bizler, insanlar, yaşantının ışıklı kaynağı güneşin çocukları… biz ki, güneş tarafından yaratılmışız… o kara ölüm korkusunu er geç yeneceğiz! Biz ki, o bilinmezin karanlıklarını yarıp aydınlatan mağrur ve coşkun düşüncelerin yaratıcısı, o enerji, güzellik ve sevinç ummanı, o ruhların diriltici ruhu, kanımızın o ışıklı kaynağı güneşin çocuklarıyız!”(2)
Sevdiğiniz filmleri tekrar tekrar izlerken, en acıklı sahne ekrana gelir. Aslında hikayenin kötü bitecek finalini bal gibi biliyorsunuzdur. Ama insan çoğu zaman kaçınılmaz sonu bile bile, son ana kadar farklı bir senaryonun ihtimaliyle heyecanlanabilir. Rusya’da yaşanan Kolera İsyanları da felaketten doğan başıboş öfkeden medet umulamayacağını gösterir. Fakat acı da olsa kitlelerin neler yapabileceğini de kanıtlar. Gorki ise korku ve tedirginlik dolu bir atmosferde kapalı bir kutuda yaşayan aydınların belli bir yüzyılın meselesi olmadığını, eserini 1905 yılında yazarak gösteriyor…
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
(1) Oyun Yazarı Olarak Marksim Gorki – Ataol Behramoğlu (Türk Tiyatrosu – Sayı: 423, Yıl: 1977)
(2) Maksim Gorki – Güneşin Çocukları (Can Yücel)
Yury V. Bosin – Cholear Riots of 1830-1831
Samuel Kline Cohn Jr – A class struggle we may not like
https://www.rbth.com/history/331853-why-russians-rioted-against-quarantines
Kavel Alpaslan
Kaynak: Gazete Duvar