EMPERYALİZMİN ÖZELLİKLERİ
1870’li yıllardan sonraki süreç, sonuçları bağlamında dünyanın her yerinde ekonomi politikalarının yöntem ve amaçlarını etkileyen önemli değişikliklere sahne olmuştu. Bu değişiklikler başlıca üç temel etkenden kaynaklanıyordu.
Birinci olarak: tekeller ve finans kapital gruplarının oluşmasına koşut, sermaye ihracı ön plana çıkmış, uluslararası tekeller oluşmuş ve bu süreç tamamlanarak tekelci kapitalizmin egemen olduğu ülkelerde dünya pazarlarının paylaşılması işlemi sonuçlanmıştır.
İkincisi, kapitalizmin bir dünya sistemi durumuna gelmesi ve dünya pazarlarının paylaşılmasının tamamlanmasına bağlı olarak, kapitalizmin gelişme dönemi sona ermiş, dolayısıyla bunalım olgusu çevrimin birinci halkası olmaktan, yani geçici olmaktan çıkarak, sürekli ve genel bir karakter kazanmıştır. Bu durumun felsefi düzeyde bulduğu karşılık, karşıtların çatışmasının derinleşmesi oldu. sistem olarak kapitalizmin yıkılmasının objektif koşulları her ülkede yeterince olgunlaşmamış ve derinleşmemiş biçimde de olsa vardı.
Kısacası, proletarya açısından volantirist yan, detenminist yanın önüne çıkmıştı.
Üçüncü olarak üretici güçlerin serbest rekabetçi dönem boyunca gelişmeleri, 19.yy’ın ortalarına kadar, başlıca ileri kapitalist ülkeler durumundaki İngiltere, Fransa ve Hollanda’nın karşısına yeni rakipler çıkarmıştı. 1860-70 yıllarından başlayarak, kapitalizm ABD’de, Almanya’da, Rusya’da ve Japonya’da hızla gelişmiştir. ABD’de 1863’de köleliğin yasaklanması ve iç savaşın yükselen burjuvazinin zaferiyle sonuçlanması, Rusya’da 1861’de serfliğin kaldırılması, Japonya’da 1867-70 burjuva devrimi, Almanya’nın Prusya önderliğinde 1871’de birleştirilmesi, kapitalist ülkeler arasındaki sanayi savaşımını, sömürgelerin yağmalanması savaşını körüklemişti.
Birbirine bağlı bu üç gelişmeden ilki emperyalizmin ekonomik özelliklerini, diğer ikisi ise emperyalizmin genel bunalımını ve bu sürecin özelliklerini vermektedir. Burada öncelikle emperyalizmin ekonomik özelliklerini genel çizgileriyle gözden geçirmek, genel bunalım olgusunu kavrayabilmek açısından gerekmektedir.
19.yy’ın sonlarında, maden işleme, kimya ve makine sanayinde önemli adımlar atılmış, büyük çelik ve metalurju fabrikalarının yapılması, çelik üretiminin artması, makina yapımının ve demir yollarının genişlemesi, öte yandan dinamo elektrikli, patlarlı motorlar. buhar trübinleri, dizel motorları. tramvaylar. otomobiller. lokomotifler ve giderek uçakların kullanılmaı; yani ulaşım ve iletişim faktörlerindeki atılımlar, 19.yy’ın tekstilde yoğunlaşmış hafif sanayiciliğinin yerini, metalurju, makine, kimya, enerji sektörlerinde yoğunlaşmış ağır sanayileşmenin almasını getiriyordu.
Bu gelişmeler, üretici güçlerin hızlı bir gelişme temposuna sahip olması anlamına gelmekteydi. Yanısıra, 19.yy boyunca neredeyse periyodik aralarla yinelenen bunalımlar. her çevirim döneminde en güçlü işletmelerin ayakta kalabilmesini ve giderek diğer bir sonucu getiriyordu. Üretici güçlerin gelişmesinin bir sonucu olarak üretimin yoğunlaşması üretim araçları üzerindeki mülkiyetin niteliği gereği, söz konusu güçlü işletmelerin bu durumlarını pekiştirici bir işlev gördü. Hem bankacılık hem de sanayi sektörlerinde yaşanan bir olgu olan tekeller dev sanayi yatırımlarının gerektirdiği geniş sermaye ve bu yolla daha da büyüme, yine benzer biçimde ömürge ve yarı-sömürgelerin yağmalanmasında aktif biçimde yer alma olguları, mali sermaye ve sanayi sermayesinin bütünleşmesi gibi bir sonuç getirdi. Serbest rekabet dönemi artık gerilerde kalmıştı.
Lenin bu süreci şöyle ifade ediyordu. Emperyalizm, genel olarak kapitalizmin temel niteliklerinin gelişmesi ve doğrudan doğruya devamından meydana geldi. Oysa kapitalizm, emperyalizm durumuna kesin ve en yüksek aşama evresinde, temel nitelikleri zıtlarına dönüşmeye başladıkları zaman kapitalizmden daha yüksek toplumsal ekonomik bir sisteme geçiş çağının ana çizgileri, bütün gelişme çizgisi boyuna biçimlenip ortaya çıktıkları zaman gelmiş bulunuyor. Bu süreçte ekonomik bakımdan başlıca olay, kapitalist serbest rekabetin yerini, kapitalist tekelcliğin almasıdır. Serbest rekabet, kapitalizmin ve genel olarak meta üretiminin temel niteliğidir. Tekelcilik ise serbest rekabetin yerlerine daha büyük ölçüde sanayii koyarak ve kartelleri, sendikaları, tröstleri meydana getirip, milyarları bulan bir düzen koyarak bankanın sermayesini bunlarla birleştirip kaynaştırdı. Tekellere dönüşülmüş bulunuluyor. Serbest rekabette doğmuş bulunan tekeller serbest rekabeti yok etmez, ancak serbest rekabetin üstünde ve onunla yanyana yaşarlar. Böylece çok keskin yoğun çelişmeler ve çatışmaları doğar. Emperyalizm, kapitalizmin takelci aşamasıdır, demek gerekir.” (10)
Emperyalizmin ekonomik özelliklerini tek tek başlıklar altında inceleyelim:
Tekeller, serbest rekabet, tekel öncesi kapitalizmin özelliğiydi. Bu durum, üretimin gittikçe daha büyük işletmelerde hızla yoğunlaşması sürecini koşullandırıyordu. Serbest rekabet, kimilerini zenginleştererek, kimilerini ise yoksullaştırarak üretimin belli merkezlerde toplanması sonucunu verdi. İsletmelerin bütünü içinde büyük işletmelerin payının artmasına ve bütün dünya içinde bu büyük işletmelerin payının büyümesine, kol gücünün ve üretim kapasitesinin gittikçe artan bir kesiminin büyük işletmelerde toplanmasına vardı. İzleyen dönemde üretimin belli merkezlerde toplanması daha da öne çıktı, üretimin yoğunlaşması tekellerin egemenliğine uygun bir zemin hazılamıştı. Yayılmak, genişlemek, anlaşmalara varmak, dev işletmeler için artık büyük güçlükler anlamına gelmiyordu. Başka biçimleri; karteller, sendikalar, tröstler, konsorsiyumlar olan tekeller, bir sektördeki üretimin en önemli payını ya da sürümünü ellerinde toplayan kapitalist işletmelerdi. Güçleri, iktidarları ve agırlıklarıyla kendilerini gösteren tekeller, kendi tekel fiyatlarını da kurabilmek ve çok büyük kârlar elde edebilmek, piyasayı denetlemek özelliği kazanıyorlardı.
Tekellerin kapitalist sistemin işleyişi üzerindeki genel etkinliklerini şöyle özetleyebiliriz:
1) Tekelleştirilen malların fiyatları artırılır.
2) Rekabetçi kapitalizmin eşit kâr oranları, bir kâr oranı hiyerarşisine dönüşmüştür. En ileri şekilde tekelleşmiş endüstrilerde bu kâr en yüksek, en rekabetçi endüstrilerde ise en düşük orandadır.
3) Küçük artı-değer parçaları azaltılmış ve büyük parçalar daha büyütülmüştür. Bu durum birikim hızını artırır ve böylece ortalama kâr oranının düşme eğilimi ve eksik tüketim eğilimi önem kazanır.
4) Tekelleşmiş endütrilerde yatırım önlenir ; sermaye daha rekabetçi alanlara yığılır. Buna göre de, yatırım karlarını belirleyen kâr oranı düşürülür. Bu etken, kâr oranının genel düşme eğilimi eksik tüketim eğiliminden bağımsız olarak krizlere neden olmaktadır.
5) Kapitalist teknolojinin emek tasarrufu eğilimi artar yeni tekniklerin uygulanması ile yeni sermaye gereksimini asgari tutacak önlemler alınır.
6) Satış maliyetleri yükseltilmiş ve dağıtım sistemi toplumsal olarak gerekli olanın ötesinde geliştirilmiştir. Bunun sonuçları ise şunlar olmuştur:
a)- Aşırı tekel kârları azaltılmıştır ve bir çok durumda rekabetçi düzeyin üstünde değildir.
b)- Yeni artı-değer parçaları yaratılmıştır ve büyük miktarda tüketici ortaya çıkarılmıştır. Bu nedenle birikim oranı azalmış ve tüketim oranı artmıştır bu teknik tüketim eğilimine karşı çıkan bir gücün varlığı demektir.
c)- Kapitalist sınıfa toplumsal ve politik destek sağlayan yeni orta sınıf büyütülmüştür.(11)
Finans Kapital ve Finans Oligarşisi: Bankalar, birinci ve başlıca görevi ödemelerde aracı olarak hizmet etmek olan özel kapitalist işletmelirdir. Yararlanılabilir sermaye ve gelirleri mevduat biçimende girişimcilere ödünç sermaye olarak verirler. Mevduat için ödedikleri faiz, verdikleri krediler için aldıkları faizden daha azdır. Bu fark, banka kârını oluşturur. Bankalar arasındaki mücadele, daha büyükleri tarafından yutulan küçük bankaların yıkımı ile sonuçlanır. Küçük bankaların bir kısmı, biçimsel olarak bağımsızlıklarını korumalarına karşın, büyük bankaların şubeleri durumuna düşerler. Banka işlerinin bir elde toplanması ve merkezileşmesi, banka tekellerinin oluşmasına yol açınca, bankalar ödemelerdeki aracılar olmaktan çıkarak kudretli tekeller durumuna geldiler.
Kapitalist sistem, bankaların, halkın getirdiği paraların ve bazan sermayenin tümünden yararlanmalarını getirir. Krediler aracılığıyla sınai girişimlerle çok sıkı bağlar kurarak onların eylemlerini denetler ve uzun vadeli krediler sunarlar. Üretimin yoğunlaşması ve ağır sanayileşme sürecinde bankaların girişimci gibi başlamaları, tekellerin de ayynı şekilde bankaların sermayelerin kendi gelişmeleri yolunda kullanmak amacıyla bankaların hissedarları durumuna gelmeleri, bu şekilde bankaların ve tekellerin giderek bütünleşmeleri, birbirinin üstüne binmeleri, aynı eller tarafından yönetilmeleri durumu gündeme geldi. Bu eller, finans kapital gruplarıydı…
Emperylizm çağında, bütn kollarda başlıca yerler, ülkenin ekonomisini olduğu kadar, siyasetini de denetleyen bir yüksek mali grubun, büyük sanayi ve banka sermayesi sahiplerinin küçük bir kesimi tarafından tutulmaktadır. Söz konusu bankacılar ve sanayiciler gurubu, çok güçlü bir finans oligarşisi oluşturur. Sonuç olarak; serbest rekabetçilikten tekelciliğe dönüşüm sürecinde, banka ve sanayi sermayelerinin bütünleşmesiyle oluşan sermayeye finans oligarşisi adı verilir.
Finans oligarşileri, burjuva devletlerini egemenlikleri altına aldılar. En büyük tekelciler, burjuva ailesinin siyasetinde kilit mevkileri ellerinde tutarlar. Finans oligarşisi, devlet iktidarını denetler, bankalar ve sanayinin hareketlerine devletin iç ve dış siyasetine yön verir. Metropolde işçi hareketini, boyunduruk altında tutulan ülkelerde de ulusal kurtuluş hareketlerini ezmek için devletin olanaklarından yararlanır, bu olanakları kullanır.
Sermaye İhracı: Sermaye İhracı, emperyalizmin başlıca ölçütlerinden biridir. Bu dönemde, serbest rekabetçi dönemin kapitalist ülkeler ihracatının ağırlıklı biçimi olan meta ihracı genişleyerek sürer. Ama emperyalizm açısından sermaye ihracı önem kazandığından, dünyanın yağmalanmasının da başlıca ekonomik aracı olmuştur.
Gerçekte sermaye ihracı emperyalizmden önce de vardı. Marx, sermaye ihracının nedenini daha o dönem: “ Dışarıya sermaye ihrcının nedeni, kesinlekle bu sermayeleri ülke içinde işletme olanaksızlığı değildir. Bunun nedeni, söz konusu sermayenin dışarda daha yüksek bir kar haddiyle işletilebilmesidir” şeklinde açıklamaktadır. Çünkü sistem, “Başlangıç döneminde üretim biçiminin temeli olmuş olan dış ticaretin gelişmesi, kapitalist üretim ilerledikçe, bu sistemin sonucu durumuna gelmiştir. Bunun sonucu ise, söz konusu üretim biçziminin sürekli daha geniş bir pazarı elinde tutma konusu zorunluluğudur.”
Roza Lüksemburg, sermaye ihracının genellikle gözden kaçan bir niteliğe işaret etmektedir. Buna göre, sermaye ihracı geri kalmış ülkeleri boyunduruk altında tutmakla birlikte kapitilizmin gelişme yolunda olduğu ülkelerde borç alınan sermaye kullanılarak kapitalist yoldan kalkınma sağlamıştır. Örneğin daha kapitalist döneminde, İtalyan ticaret burjuvazisinin sermayesi İngiltere’nin, İngiliz sermayesi ABD’nin Fransa sermayesi Rusya’nın kalkınmasında önemli etken olmuştur. Ancak bu durum kapitalizmin gelişme döneminde söz konusudur. Serbest rekabetçi dönemin ilerleyen aşamalarından başlayarak bu özellik ortadan kalkmıştır. O halde emperyalizm çağında sermaye ihracının, geri bölgelerin süratli olarak sanayileşmeleri gibi bir duruma hizmet etmesinin koşulları tümüyle ortadan kalkmıştır. Geri kalmış ülkelerde emperyalist sermayenin girme eğiliminde olduğu alanlar, hükümet garantili çeşitli bayındırlık işleri, demiryolları, kamu hizmetleri (elektrik, su, vb. ) doğal kaynakların sömürülmesi ve ticarettir. Kısacası bu alanlar, sanayice ileri ülkelerden yapılacak meta ihracı ile rekabet etmeyecek olan etkinliklerdir. Sermaye ihracı, bu nedenle, geri bölgelerin ekonomilerinin tek taraflı olarak gelişmelerine yol açar. Eğer varsa yerli ulusal burjuvazi, emperyalist sermayenin rekabetine dayanamayarak kavrulur, yok olur.
Burjuvazi bu kez komprodor karaktere sahip olarak gelişir ve emperyalist sermayenin yoğunlaştığı alanların dışına taşamaz. Emperyalizmin işi hammadde kaynaklarını büyütmek, yeni kaynaklar, sürüm pazarları, sermaye uygulama alanları ele geçirmektir. Ekonomik, siyasal ve askeri alanda yayılma amacının en önemli unsurlarından biri olarak kullandığı sermaye ihracı, başlıca iki biçimde görülür. Birincisi, sınai girişimlerde, fabrikalarda, tarımda, taşımada, yatırım biçiminde üretken sermaye, ikincisi; hükümetlere ya da belediyelere verilen borçlar, yardımlar ya da krediler, biçiminde ikraz sermayesi.
Uluslararası tekeller: Kapitalist tekeller başlangıçta, kendi iç pazarlarını paylaşırlar. Bu denetimi sürdürmek için yüksek fiyatlarla yabancı rekabetini etkisizleştirmeye çalışan tekeller, diğer ülkelere el atmak, o ülkelerin iç pazarları üzerinde egemen olmak gibi bir eğilime her zaman sahip oldular. Böyle bir eğilim, yani başka ülkelerde ğelişme eğilimi serbest rekabetçi dönemde de vardı.
Ancak emperyalizm aşamasında, kendi iç pazarlarının sahip olduğu ekonomik potansiyel, artık tekellerin gereksinmelerini karşılamaya yetmiyordu. Diğer ülkelere sermaye ihracını temel alarak gittiler. Dış pazarlar, hammadde kaynakları ve sermaye yatırım alanları uğruna savaşım, dünyanın değişik tekellerin nüfuz bölgeleri olarak ekonomik açıdan paylaşılmasını getirmiştir.
Tekellerin devlet sınırları dışına taşması, üretim ve sermayenin yüksek derecede yoğunlaşması anlamına gelir. Bir üretim dalında bir çok tröst ya da sendika, kapitalist dünya topluluğu içinde kesin bir rol oynamaya başladığı zaman, uluslararası tekllerin oluşmasına zemin yaratılmış olur. Uluslararası tekel demek, çeşitli ülkelerin en büyük tekelleri arasında, pazarların ve hammadde kaynaklarının paylaşılması, yeni sektörlerin oluşması, yeni yeni ülkelerin sömürgeleştirilmesi ya da kapitlizmle eklemlenmesi, metropollerde gerçekleştirilen kapitalist üretime yeni pazar alanları yaratılması anlamına geliyordu. Bu durumda bunalım, çöküntü ve toparlanmanın ardından kapitalist gelişmelerin tekrar yükselmesi anlamına gelen bir atılım izliyor, böylece sistem, geçirdiği ekonomik sarsıntılara karşın siyasal ve toplumsal planda da yaşamına devam ettirme, hatta geliştirme olanağı buluyordu.