Türkiye devrimin önder kadroları Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz. 29 Kasım 1971’de Maltepe cezaevinde tünel kazarak firar etmişlerdi. Firarlar, ülkeyi faşist cunta ile yönetenleri sarsmıştı.12 Mart cuntasının generallerinden Faik Türün gazetecilerle yaptığı toplantıda, “Mahir Çayan ve arkadaşları ergeç ölü veya diri ele geçecektir” diyordu. Firari devrimcileri ele geçirmek için büyük operasyonların gerçekleştirildiği günlerdi. Ankara ve İzmir’de sokağa çıkma yasağı konmuştu. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, Şehrin duvarlarını Mahir Çayan ve yoldaşlarının resimlerinin olduğu “Aranıyor” afişleri ile doldurulmuştu.
Açık faşizmle yönetilen Türkiye’de dönem, tasfiyeciliğin, dönekliğin, ihanetin kol gezdiği bir dönemdi. 12 Mart cuntasının terör estirdiği, Yurtseverlerin sokak ortasında kurşunlandığı “Savaş açıktır, savaşanlar da açık ve ortadadır.” Devrimci politikanın cesaretle sürdürüldüğü bir süreçti. Firari devrimcilerin ev ev dolaştığı günlerdi. 4 Aralık günü, Mahir ve yoldaşları, Levent, Menekşe Sokak’ta oturan Hatice Alankuş’ların evine gittiler. İşte, O karanlık günlerde pek az kişinin yapabileceği şeyleri yaptı Alankuş ailesi, Tam bağımsız Türkiye ve özgür vatan için savaşan yurtseverlere kapısını açtı.
1946 İstanbul doğumlu bir iç mimardı Hatice. 1960’ların ortalarından sonra birçok kişi gibi o da siyasal hayata katıldı. Mahir Çayan’ın önderliğindeki THKP-C düşüncesinden etkilenen Hatice Alankuş THKC üyesi oldu. Hatice Alankuş ve 6 yıl önce aramızdan ayrılan annesi Akgül Yulkarslan 12 Mart cuntasına karşı direnen bir aileydi.
Mahir’leri evlerinde sakladıkları için 14 Şubat 1972’de anne-kız gözaltına alındılar ve işkencelere uğradıktan sonra 15 Mart’ta tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne konuldular. Bir süre sonra, anne serbest bırakıldı. Kızının da tahliye olabileceğini düşünüyordu ama olmadı. 1973’ün Temmuz ayında koğuşta fenalaştı Hatice. Dün olduğu gibi bugün de hiç değişmeyen bir davranışla karşılaştı. Doktor uzun süre ortalıkta görünmedi. Gelince de “Bir şeyi yok” deyip işin içinden çıktılar. Ama kötüydü Hatice, hiçbir şey yiyemeden sürekli kıvranıyordu. Ancak bir hafta sonra hastaneye gönderilen Hatice yine “bir şeyi yok” denilerek geri gönderildi. Teşhis bile yoktu ortada! Günlerce acı çektikten sonra ikinci kez hastaneye gittiğinde ise bodrumda bir odaya atıp ölümünü beklediler onun. Kızının bir askeri hastane bodrumunda ölmekte olduğu haberini alan Akgül Hanım, çok uğraştı görebilmek için ama inanılmaz bir zalimlikle reddedildi.
24 Temmuz 1973’te alabildi kızının cenazesini. “Ben kendi ellerimle yıkadım kızımı” diye anlattı sonradan. Çok sonraları, “Bugün de gelseler yardımı esirgemezdim” dediği Mahir’leri evlerinde sakladıkları için hiç pişman olmadı Alankuş ailesi.
29 Kasım 1971’den, Kızıldere destanının yazıldığı 30 Mart 1972 gününe kadar geçen 4 aylık zaman aralığında, adı, tarihe “düşünceleri uğruna can veren kadın” Hatice Alankuş olarak geçerken, tünelin ucundaki yoldaşlarına sırtlarını dönen tasfiyeciler ise, ihanet bataklığına gömülenler olarak yazıldılar.
Tarihimiz, düşünceleri uğruna can verenlerin tarihidir! Bu tarih bizim.
Yaşasın THKP-C!
Kurtuluşa kadar savaş!