F- KURULUŞ MANTIĞI, YÖNTEMİ VE MARKSİST LENİNİST SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİNİN KURULUŞ EVRESİ
Dünya konjonktüründe, 60’lı yılların başından sonuna doğru yoğunlaşan bir ivmeyle yaşanan tarihsel dinamikte; bağımsızlık, sosyalizm ve demokrasi mücadelesi, bazı metropollerden birçok geri kalmış yeni sömürgeye kadar çeşitli ülkelerde değişik görüntüler, değişik çıkış noktalarıyla yaşanmıştır.
Bu tarihi dinamikle iç içe fakat ülkemizin on yıllarının sınıfsal, sosyal, kültürel, siyasal seyrinin ortaya koyduğu birikimlerle yaşanan 68-72 sürecinin asli yönü, sınıf mücadelesinin gerçek boyutlarının ülke ve tarih koşulları uyarınca yakalanması ve tarihimizin en önemli dönemeçlerinden birine girilmesidir.
Bu, Türkiye emekçi sınıflarının Devrimci Kurtuluş yolunun açılması evresinde, esasta burjuva ideolojilerinin yön ve biçim verdiği geleneksel revizyonist perspektifler, teorik ve pratik planda burjuvaziye borçlanmalarının muhteşem aczini yaşıyorlardı. O durumda elbetteki hem kendi iç dinamiklerinin hem de kendilerini çevreleyen koşulların dayattığı faktörlerin karmaşası içinde sürecin soru ve sorunlarını yanıtlayabilmeleri son derece zor olacaktı.
Görevin, sınıfsal, tarihsel, siyasal, psikolojik, kültürel olgular bütünlüğüne çözümler sunmak olduğu ve aynı zamanda bu olguların nesnelleşmesini sağlamak olduğu bir senteze nitelik olarak oturabilmek, dönemin önderlerinin karşısına devasa çizgileriyle kendini çizmişti.
Sorunun özü, tarihsel dönemecin kriterlerini yakalayıp gereken ihtilalci adımları attıktan sonra, bu adımları stratejik yürüyüş sistematiğine dönüştürebilmek, iktidar mücadelesinde asli unsur olabilmekti.
Marksizmin bir dünya görüşü, yaşam-savaş bilimi düzeyinde içselleştirilmesi ve bunun yanı sıra bir kadro çekirdeği olarak doğmak zorunluluğu, mücadelenin her fonksiyoner unsuruna görev-nitelik kapasitesinde olgunlaşma süreçleri dayatır. Böylelikle, savaşmak-değerlendirmek -eleştirel yargıyla çözümlemek- savaşmak dizgesindeki zayıflıklar ya da savaşın olgunlaşmamış evrelerinde karşı devrimin dayatmalarına yanıt vermedeki zaaflar, yenilgi koşullarının belirleyicisi haline gelir.
Mücadele ivmesinin yoğun ve o oranda da ağır olduğu tarihsel dönemeçlerde veya yenilgilerden sonra veya tarihi uzlaşma evrelerinde bunalım ve açılım birlikte yaşanır. İdeolojik ve toplumsal yaşamdaki açılımların yanı sıra sınıf mücadelesinin pratik açılımı da çoğu kez bu süreçlere eşlik eder. Bununla birlikte sağlıksız tıkanıklıklarla yolların bir müddet kesildiği de olur.
Bunalım ve açılım, karşıtların birliği diyalektiği içinde, terazinin kefelerine her biri kendi kavlince yerleşir. Sözkonusu karşıtlığın çatışmasının sağlığı; devrimci ideolojinin ve pratiğin o kesitteki niteliğine, siyasal gücüne ve sınıf savaşımında oturmayı başardığı mevziye göre belirlenir. Çatışmanın değiştirdiği koşullara, gereken anda doğru ihtilalci müdahalede bulunulmadığı, bu müdahalenin organizasyonu olan örgütlenmenin taktik adımları atılmadığı taktirde, bunalım-açılım bir ikilem olmaktan çıkar, birbiri ile özdeşleşir, ‘çıkış’ adına en sarp yollara sapılır, çıkmaz sokaklara girilir.
Leninizm’in de, Leninist örgüt kavramlarının da karakteri alabildiğine soysuzlaştırılır, devrimci savaş kaybedilmiş süreçler yaşamaya mahkum edilmiş olur. Döneme açmazlar damgasını vurur. İhtilalci irade doğru kullanıldığında ise, o iklimin toprağına ayaklarını basan, tarihsel seyrin koşullarının biçimlendirdiği bir dinamik uç verir, ayağa kalkmaya başlar.
Onun ayağa kalkarken ellerini dayadığı toprağın tavı nasılsa, hangi evrensel koşullarla sarmalanmışsa, doğrulma ritmi de, doğrulmanın niteliği de öylece belirlenir. Aksi bir yaklaşım, doğanın ve devrimin diyalektiğinin gerçeklerinden uzaklaşmak, zaman-zemin bileşimi içinde olgunlaşan koşulların fenerini söndürmektir.
Sınıflar mücadelesinde birçok olgu ve yeni’nin birlikte yaşandığı dönemlerde analiz ufkumuz da genişleme şansına kavuşur. Fakat yine de çelişkileri ve görünümdeki verilerin yarattığı uyumsuzluklar tablosunu çözümlemek, eski olguları yenilerle sentezleyip teori pratik eşgüdümünü yaratmak, elbette kolay ve basit politikalarla yanıtlanamaz.
Doğru olan her politik eylem, politik adım, politik işlev, kendi ifadesiyle kendi başına bir birim çözüm olsa da bunu yerli yerine oturtmak, öncülleriyle ardıllarının siyasal savaş grafiğini bütünleyebilmek gerekir. Aksi taktirde savaşın somut verilerine ilişkin ortaya konmaya çalışılacak en kapsamlı soyutlama dahi taktik çözümlerden uzak düşer. Biçimsel kalmak ve formel mantık tahribatlarına yakasını kaptırmak tehlikesinden kendini kurtaramaz. Dolayısıyla yöntemde temel sorunumuz, bilgi ve eylemi, kendi klasik içeriğinin bilincinde olan ama ona meydan okuyan-döğüşen ve onu yenen olgular haline getirebilmektir.
İdealizmin nefes almadan yaydığı tehlikeli ışınlardan korunmayı sağlamanın; revizyonist, oportünist kapıların kapatılmasının ana çizgisi, klasik nedenselliklerden, soyutlamacı ve formülasyoncu vulgarizmden uzak durmaktır. “Marksizm özünde, bilim tarafından elde edilen sonuçların bir özümleme ve bireşim yöntemi olduğu için niteliği gereği açık olmak durumundadır. Öyle ki, pratiğin, koşulların her yeni verisini hazinesine kaydeder ve onları zenginleşme, dönüşme yasasıyla yorumlayıp taktik adımlarını üretir, yeniyi sunar.” Ve “diyalektik materyalizm kendi özü gereği kapalı bir bütün oluşturmaz” temeli son derece önemlidir. Marksizm gerçeğin bilgisidir. Dünyayı, bilimin onu kavrama başarısı gösterdiği düzeyde açıklaması gerekir. Yeni bilginin de pratiğin her ilerlemesi doğru eksen üzerinde var edildiği ölçüde, Engels’in deyişiyle “materyalizmin yeni bir biçimini içerir.”
İşte, ideolojik politik stratejik bütünlük içinde, MLSPB’nin kuruluş evresine de bu aydınlanma kriterleri ile bakmak zorundayız. Görevlerimizin diğer boyutu ve hemen bu noktada bizi belirleyen diğer koşul, mücadelemizin yeniden tesisine, atılımına ve ana yolunda tökezlemeksizin yürümesine ilişkin doğru dersler aktarımını gerçekleştirebilmek, çizgimizin yaşadığı her tecrübenin bizzat yaşamamış insanlarca, içselleştirilmiş mücadele ve kazanım olguları haline gelmesini sağlamak amacıdır. Bu amaç, objektivizmin yalın ve sağlam rotasını zorunlu kıldığı gibi herhangi bir ‘an’ı için önem taşıyabilecek çeşitli detay ve bilgi zenginliğinin yanı sıra, her türlü çatışma veya uyumun sağlıklı aktarımı görevidir.
Siyasal savaş misyonumuzun açılım sunabilmesi için önce süreçler, örgütsel ve politik işlevler ele alınmalı ve onun iç bağlantıları, koşullandırmaları, evrimsel verileri, volantirizmin sunduğu gereklilikler açıklanmalıdır. Aynı zamanda onun genel sistematiğinin getirdiği özel çıkarımların da doğru nitelenmesi gerekir.
Formel kurallarla hareket ederek nesnelliğe kavuşma çabası, politik kısırlıktan başka bir şey değildir. Ancak teori ve pratiğin iç mantık düzenini zedelemeksizin örgütsel-taktik açılımlara soluk kazandırmak olasıdır.
Bir değerlendirmenin son tahlilde gerçek huyunu tanımlayacak olan, örgütün politik çözümleriyle de çakışması, yahut pratiğe ilişkin özeleştiriler yapıyorsa, bu noktada tezlere, programlara da dönülüp bakılmasıdır. Bütün tezlerinin ve bütün programlarının doğru olduğunu iddia eden bir hareketin sürekli başarısızlıklara uğramasını “kader”le açıklamıyorsak politikalara bakmaktan başka seçeneğimiz yoktur. Ne var ki, Türkiye devrimci hareketinde bilimsel çözümleme yerine üç şey yapılır. Bir; başarısızlıklar karşısında paniğe kapılanarak inkarcılık gündeme getirilir. Her şey yanlıştır, ideolojiyi inkar etmek gerekir. Savaşmak çözüm getirmediğine göre savaşmamayı formüle eden yeni ideolojiler bulmak için kollar sıvanır. Çoğu zaman bunu dahi tek başlarına yapma gücünü kendinde bulamayan insanlar, revizyonist cepheye iltica eder ya da devrime ilişkin her şeyi terk eder. İki; başarısızlıklar görmezden gelinir. Yapay iç düşmanlar yaratılarak bedeller bu suçluların sırtına yüklenir, örgüt suçsuz önderleriyle yoluna devam eder… atılan küçük adımlar abartılarak subjektivizm içinde “devrime yürünür”… Üç; çözümleme ve özeleştiri kisvesi altında çok şey konuşulup hiçbir şey söylenmez. Ya devrimci görevler tartışmalara hapsedilir ya da “lider”lerle örgüt elemanlarının gerçek bağlarını koparan politik samimiyetsizlik uygulanır. Yani, kafaları karışık olan ya da düşündüğünü söyleme cesareti olmayan “liderler”, tabanı uyutmaya başlar. Çıkarımlar stratejiye hayat verebilecek olgular olmak zorundadır.
Salt yöntem açısından dahi, konu gündem tahtasına asıldığında ne dediğini bilmeden görev icabı saldıracak modern E. Dühring’lerle de karşılaşılacaktır. Ne var ki hiçbir çarpık biçimin, doğru içeriğin yolunu tıkama gücü olmamasının güveni, savaş programının azimle savunulmasıyla birleşince bütün bunlar, gelip geçici sorunlar olarak kalır.
“Varlık yalnızca dış dünya biçimleridir, ve düşünce, bu biçimleri hiçbir zaman kendinden değil, ama tastamam ancak dış dünyadan çıkartıp üretebilir. Ama böylece tüm ilişkisi tersine döner. İlkeler araştırmanın çıkış noktası değil, sonucudur. Doğaya ve insan tarihine uygulanamazlar. (Kafadaki soyut tasarı biçimine gönderme yapılıyor.) Bunlardan soyutlanırlar.
Doğa ve insan dünyası ilkelere uymaz, ilkeler ancak doğa ve tarihe uydukları ölçüde doğrudur. Sorunun tek materyalist çözümü budur. Bay Dühring’in bunun karşısına çıkardığı anlayış idealisttir. Bu anlayış sorunu tamamen baş aşağı koyar ve gerçek dünyayı fikren, şemalardan, dünyadan önce nerede olduğu bilinmeyen ve düşünülemeyen bir zamandan beri var olan plan ya da kategorilerden hareket ederek kurar, tıpkı bir Hegel gibi” (Engels)
O halde hareketimizin tarihsel çözümlemesini yaparken, ne geçici yenilgilerimizi ne de eksikliklerimizi çıkış noktası olarak ele almadan onu savaşın laboratuarına yatıralım ki, değerlendirmelerimiz, gözlerimizi tekrar tekrar savaş ufkuna çevirme eylemimizin ifadesi olsun.
Hareketimizin içinden çıktığı ortamın somut zemin özelliklerini aktardıktan sonra onun biçimlenişini birinci dereceden etkileyen faktörlerin tarihsel ve felsefi açılımı için bir kez daha Engels’in sözleriyle açıklamaya çalışalım:
“Eğer inşa evriminin herhangi bir döneminde zihinsel ve tarihsel olduğu denli fizik evren ilişkilerinin de böyle inandırıcı ve kesin bir sistemi gerçekleşmiş olsaydı, bu, insan bilgi alanının sınırlarına varmış ve toplumun bu sistemle uyum içinde örgütlendiği andan başlayarak gelecekteki tarihsel gelişmenin askıya alınmış olduğu anlamına gelirdi ki, bu da bir saçmalık, tam bir anlamsızlık olurdu. Demek ki insanlar şu çelişki ile karşı karşıya bulunuyor, bir yandan tüm ilişkileri içinde evren sistemi üzerinde eksiksiz bilgi edinmek ve öte yandan, hem kendi öz nitelikleri ve hem de evren sisteminin niteliği nedeniyle bu sorunu tamamen çözmeye hiçbir zaman yetenekli olmamak. Ama bu çelişki yalnızca iki etkenin, evrenin ve insanın niteliğine dayanmaz. Bütün entelektüel gelişmenin başlıca kaldıracıdır da. Ve tıpkı örneğin çözümlerini sonsuz bir dizi ya da sürekli bir kesir içinde bulan o matematiğin problemleri gibi, hergün ve ara vermeden insanlığın sonsuz ilerleyici evrimi içinde çözümlenir.”
“Gerçekten dünya sisteminin düşüncedeki her yansıması nesnel olarak tarihsel durum ve öznel olarak düşünce sahibinin fizik ve ruhsal niteliğiyle sınırlı kalır.”
Devrimci sorun hiç kuşku yok ki, bu Marksist bilgiler temelinde bunları bilerek, “sadece sınırlı” yaşamak değil, devrimci dinamizmi sınırların çözümüne, açılımına ve aşılmasına egemen kılmaktır. Bütün bunların kapsamında atılacak doğru bir adım, o aradaki mücadele verilerinin ülke koşulları ve evrensel yasalarla örtüşerek büyür. Büyümesinin nitel, nicel çerçevesini devrimi kucaklayacak olgunluğa kavuşturamayınca, gündeme gelen zaaflar ve bir dış müdahale , her anlamda bir gerileme süreci yaratır. Bu sürece karşı da ciddi bir ihtilalci ve örgütçü aktivite gösterilemeyince, çözülme, erime, dağılma evresi baş gösterir.
Bu noktada önemle dikkat edilmesi gereken konu, benzer çıkış noktalarının, görünümdeki benzer süreçlerin veya yine yüzeysel algılamalarla varılan sonuç benzerliklerinin yanılsamalarıyla, önemli tarihi farklılık ve özellikleri gözden kaçırabilmek, dolayısıyla devrimci değerlendirme ve yargılama görevine idealizmin kirli ellerini bulaştırmaktır.
Partilerin (örgütlerin) kuruluş evreleri ve kuruluş biçimleri de kendi öznellikleriyle, kendi verili koşulları içinde değerlendirilir.
Marksist parti tarihleriyle evrensel karşılaştırmalar, partinin yaşadığı dönemin değişik dinamikleri gözetilerek yapılır. Bu karşılaştırmada da tarihsel evrimi zedeleyecek herhangi bir yöntem ihlali, bizi doğrudan doğruya oportünizmin karanlığına iter. Hatalı tarihsel özdeştirmeler, hatalı örnekler, yersiz göndermeler, değişim faktörlerini kapsamayan kuramcı tutumlar, amaç ne olursa olsun hayata ve mücadeleye hizmette bulunma şanslarının olmaması nedeniyle son tahlilde hayata karşı bir yerde konumlanırlar.
Genel değerlendirme ve çözümlemenin ötesinde, herhangi bir eylemi, herhangi bir dönemi, herhangi bir taktiği ve işlevi M-L analize-tabi tutmanın tek yolu, kendi zaman ve zemin olgularını kullanmaktaki başarıya bağlıdır. Bir anlamda doğadan daha zengin, hızlı ve dinamik koşullandırmaları, boyutları olan sınıflar mücadelesinin organik yaşamındaki nesnel değişimler, kafaları ve özellikleri de kendi seyrine uygun diyalektiği içinde değiştirir, yeniden biçimlendirir.
Buradan hareketle, geçmişi bugünün gözüyle ve verileriyle yargılamak, aykırı sonuçlar doğurur. Şüphesiz bir yanıyla bu da yapılır. Geçmişe, bugünün daha olgun, zengin ve gelişmiş gözlem gücüyle de bakılır. Özellikle tarihsel dersler bu şekilde çıkarılır. Ama bunun, doğru yöntemin baş aşağı çevrilmiş orijinallikleri de içeren biçimlerde oportünist tahrifat malzemeleri de yapıldığı da olur.
Bu tarz anti-Leninist yöntemler, mücadelenin realitesiyle çakışmadığı için pratik değer kazanması sözkonusu olmasa da özellikle devrimci mücadelenin bunalım süreçlerinde bazı çarpılmış gereksinmelere bir süre için hitap etme olanağı bulabilir. Dönemin politik boşluklarından ve karmaşalarından medet umanlar, tipik sağ ve sol tahrifat reçetelerini dönemin, örgütün gereksinim ve sorunlarına tercüme ederek piyasaya sürebilirler. Lenin’in Taktik Üzerine Mektuplar’ında saptadığı gibi bütün bunlar nesnel olguları ve mücadeleyi yadsıyan dogmalardan başka bir şey değildir: “Marksçılık bizden, her tarihsel duruma özgü sınıf ilişkilerinin ve somut özelliklerin doğru ve nesnel çözümlemesini yapılmasını ister. Marks ve Engels tarihsel sürecin her özel döneminin ekonomik ve siyasal koşullarıyla zorunlu olarak değişebilen genel görevlerinin sadece sınırların belirlenme yeteneğindeki formüllerin ezberlenmesiyle ve yinelenmesiyle alay ederek, her zaman, bizim kuramımız bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur demişlerdir. Öyleyse devrimci proletaryanın görevlerini ve eylem biçimlerini belirlemede şimdi ona kılavuzluk etmesi gereken nesnel olgular nelerdir?”
Bir yanıyla THKP-C’nin de MLSPB’nin de kuruluşlarını, süreçlerini ve geçici yenilgilerini incelerken bu Marksist perspektifleri egemen kılmaya özen göstermek, diğer yanıyla da yanlış çıkarımların ve tahrifatların gerçeğini Materyalizmin yöntem ve perspektiflerindeki yerlerine oturtarak nitelemek gerekmektedir.MLSPB’nin kuruluş evresinden önceki dönemde, THKP-C yenilgisinin yargılanmasına ilişkin tahrifatlarla açılan yelpazenin faktörleri, günümüze kadar uzanan birçok farklılaşmanın öncül faktörlerinden olmuştur.
THKP-C’nin taktik askeri yenilgisi üzerinde, özellikle onun potansiyelinde oynayanların muğlak tanımlamalarla uzun yıllar ifade etmedikleri gerçekler pratikte ifadesini bulsa da bunların gerçek yüzlerini kapsamlı bir ideolojik mücadele ile teşhir edebilmek sözkonusu olmamıştır. Bu bizim eksiğimizdir. Saptanan siyasal ve örgütsel olguların teorik açılımlarıyla ve yoğun bir iletişim kurularak P-C sempatizanlarına egemen kılınamaması, her türlü P-C inkarcılığının yıllar boyu P-C potansiyelinden tecrit edilememesi gerçeğini gündemde tutmuştur.
THKP-C sürecini doğru ve net tanımlamak, MLSPB’nin üzerinde yükseldiği koşulları da iyi anlamak ve kuruluş mantığını, kuruluş amaç ve yöntemlerini çözümleyebilmek açısından da önemlidir. Çünkü, MLSPB, onun organik bir başka süreci, bir anlamda kendisidir.
Kızıldere darbesinin örgütsel çözülmeye yol açmasını, daha ötesi dönemin kaderini tayin edici rol oynamasını, onun sürecinin ve örgütsel organizmasının özelliklerini, dönemin devrimci durumlarını çözümleyerek anlayabiliriz.
Stratejik bir yenilgi sözkonusu değildir. Çünkü Lenin’in deyimiyle, “Stratejinin konusu: devrimin belirli bir aşaması temel kabul ederek emekçi sınıfın başlıca darbesinin doğrultusunu saptamak…..”tır. Dolayısıyla, o doğrultu, ana sistematiktir. Devrimci bir sürecin bütününü kapsayan, o sürecin adımlarının sistematiğinin adıdır.
Stratejik yenilgi ise işte bu asal sistematiğin yanlış veya hatalı kurulmasından , bu eklemlenmenin yanlış saptanmış ve uygulanmış olmasından kaynağını alan yenilgidir. Bu nedenle ‘stratejik yenilgi’ kavramı doğrudan doğruya stratejinin yargılanması gerekliliğini dayatan bir çıkarımdır.
Yenilginin niteliği ne olursa olsun son tahlilde devrimci durumun yükselmesinin önüne geçtiği için, stratejinin uygulanmasını engellediği, kesintiye uğrattığı ve sürecin seyrini böylelikle belirlediği için ‘stratejik yenilgidir’ veya ‘stratejik önemde bir yenilgidir’ şeklindeki tanımlamalara gitmek ise, en iyi niyetli yorumla kavram kargaşasıdır.
Öte yandan, bir örgüt-parti yaşamının ötesinde ülkedeki genel devrimci durumun düşman karşısında çözülmesi sonucu geçici bir yenilginin yaşanması durumunda da ‘stratejik yenilgi’ kavramının genel olarak kullanılması doğru değildir. Böyle bir durum da kavramı karşılamaz. Değişik stratejiler izleyen parti ve örgütlerin içinde sürecin gerçeklerine aykırı yollar üzerinde olanlar açısından ancak özelde sözkonusu edilmelidir.
‘Taktik yenilgi’ ve aynı ya da yakın anlamda kullanılan ‘stratejik öneme haiz bir yenilgi’ nitelemeleri de hatalıdır. Taktiğin sözcük karşılığıyla ve genel anlamda kullanılmasıyla (bilinçli ya da bilinçsiz), Marksist literatürdeki politik-stratejik kapsamı birbirine karıştırılmaktadır.
Kızıldere darbesinin taktik bir yenilgi diye nitelenmesi, salt o eylemin değerlendirilmesi olamaz. Kızıldere şehitleri, Ankara ve İstanbul’daki tıkanıklıklarını Karadeniz ilişkileri ve olanakları içinde çözümlemeyi düşünmüşlerdir. İstanbul’da İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom’un cezalandırılması eyleminin gerçekleştirilmesiyle, oligarşi’nin artan ve tümüyle partiye yönelen saldırganlığı, aynı süreçte parti içindeki inkarcıların tasfiyesinin de getirdiği örgütsel hantallaşmanın etkisiyle, Ankara olanakları büyük ölçüde yitirilmiştir. Bütün bunlardan dolayı hemen yönelmek durumunda kaldıkları Karadeniz yolunun Kızıldere’de noktalanması, kendi içinde bu seyrin belirlenmesi anlamındaki taktiğin yenilgisi olarak ifade edilse dahi tartışma götürür.
Kaldı ki bu tartışma ancak P-C koşullarının bütün detaylarıyla incelenmesi ve 72 Şubat-Mart verilerinin zemininde yapılabilir. Onun ötesinde, P-C hattının taktik yenilgisi denince, strateji konaklarından, strateji kapsamında belirlenmiş ve iç diyalektiği nedeniyle yerleşik, aşamalı, ülkenin ekonomik siyasal tahlilleri temelinde geliştirilmiş taktiklere ilişkin yenilgi tezi, P-C mücadelesi açısından ayakları yere basamayacak bir teorem olarak kalmaya mahkumdur. Çünkü o noktada bu taktik aşamaların, kendi zamanının koşulları içindeki uygulamasını, daha somut ifade ile, henüz kır gerillacılığından olgulaşmış haliyle sözetmek erken olduğu için, P-C’nin şehirlerdeki taktik mücadelesini mahkum etmek gerekmektedir!
Yani denilebilirse; mücadeleye şehirlerden başlamak yanlıştır, P-C taktik evreyi yanlış saptadığı için yenilmiştir. ‘İşte o zaman tanımın taktik yenilgi’ veya stratejik öneme haiz taktik yenilgi’ olabilmesi olasıdır. Yoksa, güncel taktiklerle stratejik taktikleri karıştırma cehaletinin pençesinden kurtulamayız. Bir yenilgiye yol açan, onun öne çıkan koşulu olan durumun (stratejik, taktik, askeri veya örgütsel) diğerlerini de belirleyeceği açıktır. Onları da kendine göre biçimlendirir. Fakat teşhisimiz yine de rasgele olamaz. Belirleyici faktörleri hangisi üzerinde taşıyorsa onu saptamak gerekir.
Örneğin, bir strateji üzerinde ve o stratejinin uygulamaya sokulması gereken taktik evresindeki mücadele sırasında örgütsel bünyede oluşan bir çöküntü veya parti önderliğinin sağ veya sol tasfiyeciliğin eline geçmesi, stratejinin örgütsel yenilgisidir. Diğer politik eklemleri kurarken ortaya çıkacak yanlışların dayanağı olmaması için de bu kavramları kullanmada özen göstermeliyiz. Aksi, bunları bilinçli olarak kendi perspektiflerinin ifadesi bazında kullanan oportünizmin yeni olanaklara kavuşmasına yardım etmek olur.
MLSPB, THKP-C sürecinde ülkemiz devrimine sokulmuş olan politik olgular üzerinde yükselmiştir. Bu olguları yeniden ve toparlayarak ifade edersek:
1) Açık faşizmin ülkede o güne dek yaşanmamış bir saldırganlık boyutuyla devrimcilere ve halk kitlelerine yöneldiği bir açık terör döneminde, bütün olanaksızlıklara ve devrimin bütün gençliğine karşın, iktidar mücadelesi hedeflerine yönelinmiş, emekçilerin talepleri politik bir askeri savaşla dile getirilmiş, anti emperyalist bilinç yine bu eylemlerle somutlanmıştır. Bu savaş, kendi koşullarında halk kitlelerinde de düşman üzerinde de ciddi bir yankı bulmuştur.
2) Kızıldere darbesi partinin örgütsel yenilgisi ile bütünleşerek çizgimizin yapısal planda bir süre için çözülmeye uğramasına yol açmıştır. Savaş kalesinin yıkılması, askeri ve politik kadroların yitirilmesiyle, savaş önderlikten yoksun kalmıştır.
3) Önder kadroların yitimiyle örgütsel ve pratik işlevlerin durmasının hemen ardından onların yerinin doldurulmaması nedeniyle, örgütsel ve pratik yaşantı sürdürülememiştir. Yeni verilerle yeni bir süreç yaşanmasına gerek kalmadan en değerli elementer faktör olan ‘yaşamış’ insanların içinden, yapılanmayı ve savaşı tekrar kucaklayabilecek kimse çıkmamıştır.
4) 68-72 mücadelesini yaşayan insanlardan geriye kalan, mücadele içinde çeşitli düzeylerde görev yapmış eski kadroların yenilgiyi taşıyacak kapasitede olmamaları nedeniyle, koşulları dönüştürmek yerine kendileri dönüşmüş, ihanet ve inkarcılık çeşitli boyutlarıyla çizgimizin ve Türkiye devrimin gündemine sokulmuştur.
5) Parti, kendi eleman ve ilişkilerinin nitel dönüşümlerini ve evrimlerini yaşatacak süreçlerden geçme olanağı bulamamış olduğu için, sözkonusu belirli insanların oluşturduğu kesimin niteliğini kısa sürede algılayıp, onları örgütsel-ideolojik-politik planda mahkum ederek (hatta daha önce mahkum edilmiş, kendi teşhirlerini yaşamış olanları da vardır), siyasi kararlılıkla yargılayıp teşhir ederek kendi yolunu kendisi belirleyebilecek niteliğe sahip halkalarına da sahip değildir.
6) Silahlı mücadele, sınıflar çatışmasındaki birinci dereceden faktör olmasının zorunlu bir sonucu olarak, bütün yeni sömürgelerde, özellikle de bu adım kuvvetli bir politik yorumun perspektifini içeriyor ve mücadelenin diğer cepheleriyle bütünleşebiliyorsa, hızla geniş bir sempati potansiyeli yaratır. Bu potansiyeli örgütlü güce dönüştürmek her zaman benzer partilerin en önemli sorunlarından biri olmuştur.
THKP-C’nin, sürecin bu problemlerini toparlayabilecek ömrü olmamıştır. Fakat hızlı evrimine, ciddi yenilgisine, o yenilginin ihanet ve inkarla derinleştirilmesine rağmen Türkiye devriminin gündemine sokmuş olduğu uzun soluklu ideolojik saptamalar ve bunların politik somutlanışı, P-C potansiyelinin zemininin, 74 döneminin en önemli siyasal olgularından biri olmasını sağlamıştır.
7) P-C potansiyeli, asgari politik düzeyine, yetersizliklerinin pratik çözümsüzlüklerine ve bu bağlamda çeşitli yalpalamalara açık kapılarına rağmen doğru önderlikle, doğru temellerde yükseltilecek bir örgütlenmenin gelişimine paralel olarak aşama aşama da olsa kucaklanabilme verilerini genel olarak sunmaktaydı.
8) İdeoloji, bizzat onun somut evrimini yaşamış olanlar tarafından, iç bağlantı ve gelişme ilkeleriyle ve, yeni gereksinimler uyarınca zenginleştirilerek kavratılma olanaklarından yoksun olduğu için, onun adına ve onun merkezkaç kuvvetiyle meydana gelen gruplaşmaların öznelliklerini sergiliyordu.
Bu faktörler, ülkemiz devriminin genel teorik ve politik seviyesi ve silahlı mücadelenin geleneksel örgütlenme, devrim ve çalışma tarzı anlayışlarını parçalama durumu yenilgiyle birlikte değerlendirildiğinde dönemin verileri daha iyi anlaşılacaktır.
Ne var ki bu verili durum mutlaklık değildi. Ve tek başına zaman öğesi bile onu değişik çelişkilerle bütünleşmeye götürebilirdi.
Panoramanın, yeni bir ivme kazandırıcı güç olmadan savaşı yeniden başlatacak ilkeli dinamikler kazanabilmesi olası değildi. Zincirleme evrimlerde her yeni halkanın varlık koşullarının yaratılması ve somutlaştırılması durumlarında olduğu gibi… Bu önemli noktayı kavrayamayanlar -belki kendileri de farkında olmadan- savaştan bağışık süreçlerin kurallarını Tevrat, savaş kaçkınlarını Musa bellerler.
MLSPB’nin kurucularının bu ortam içindeki tarihsel adımlarının anlamını değerlendirirsek, düşüncede somutlaştırılan girişim, yaşanan süreçte -kısa zamanda- düşüncenin pratiğe dönüşmesiyle olgunlaştı.
Marksist-Leninist bir partinin ya da örgütün kurulmasını salt bir tarihe indirgemek mekanik soyutlama olur. Kuruluşları birer süreç olarak tanımlamak gerekir. Dönemin sunduğu veriler, bu verilerle buluşan kuruluş mantığının yakalanması ve o mantığın yaşam faktörü haline getirilme inisiyatifi ile olgunlaşması, hatta bir yönüyle tek tek kurucuların evrimleri, kuruluş döneminde taşıdıkları eksiklik ve zaaflar, ancak o ortamın koşullarında değerlendirilirse objektif sonuçlara ulaşılabilir.
MLSPB öncülleri, 70 yılı başlarında devrimci düşünceyi benimsemeye başlayan kuşaktan gelir. Değişik devrimci çevrelerle ilişkileri, tartışmaları ve kendilerini eğitme çabaları 30 Mart 1972’ye kadar sürer. Devrimci mücadele içinde aktif ve etkin bir şekilde yer alma istek ve kararlılığında olan bu insanlar, birer devrimci olarak eğitimlerini ilerletmek, kendilerini silahlı savaşta daha gelişkin olarak yer alacak şekilde hazırlamak, birlikte çalışabilecekleri devrimcileri bulabilmek gibi amaçlarla Suriye ve Filistin kamplarına gitmeye karar verirler.
Tam bu süreçte 30 Mart Kızıldere eylemi gerçekleşir. 30 Mart’tan bir gün sonra yola çıkılır. Suriye sınırında yakalanıp bırakılmalarını içeren bir zaman kaybından sonra yola devam ederek kamplara ulaşırlar. 1973 başında ülkeye dönüldükten sonra eski çevrelerle yeniden ilişkiye geçilir. Çeşitli etkinlikler bu çevrelerin genişletilmesi ve disipline edilmesi amacıyla kullanılır. Değişik kesimlerden devrimci, ilerici sempatizanlarla ve yüksek öğrenim çevresiyle ilişkiler geliştirilmeye çalışılır. Bu ilişkiler daha çok ekonomik, demokratik ve akademik platformlardaki çalışmalara ilişkin pratik işlevleri kapsamaktadır.
Aynı süreçte, mahalli sempatizan gruplarıyla, grupların düzeyine bağlı olarak genellikle düzenli eğitim çalışmaları organize edilip yürütülür. Anadolu’da bağımsız iki sendika kurdurtulur.
Parti-Cephe görüşleri benimsenip savunulmaya başlandıktan sonra bu ilişkiler ve sistematik olduğu gibi sürdürülür. Savunulmakta olan düşüncelerin sistemli bir bütün olarak Parti-Cephe yazılarında bulunması, devrimci çalışma anlayışını ve kültürünü ifade eden formülasyonlar, bu doğal bütünleşmeyi sağlamıştır.
Bağımsız örgüt kararına varılıncaya kadar, var olan ilişkiler politik ve askeri olarak eğitilmiş, Parti-Cephe düşünceleri isim kullanmadan savunulmuş ve benimsetilmiş, arkadaşların bu doğrultuda çalışmalar yapmaları sağlanmış, devrimci ahlak, disiplin, illegalite anlayışlarının kavranmasına ve yaşama geçirilmesine çalışılmıştır. Bir grup olarak yapı içindeki çalışmalardan ve bunun sistematiğinden sadece kendi içlerinde sorumlu olduklarının bilinci verilmiş, kısacası, insanlar örgütlü insanların sahip olması gereken özelliklerle donatılmaya çalışılmıştır.
Aynı dönemde canlanmakta olan devrimci ortamın özellikleri, devrim sempatizanlarına bu bağlamda yansıyan olumlu dinamikler, bu çalışmaları destekliyor ve ivmesini hızlandırıyordu. İlişkiler ve faaliyetlerin düzeyi, sempatizan arkadaşların gelişimine ve düzeylerinin yükselmesine bağlı olarak yükseltiyor, farklı işleyişler içine giriliyordu.
“Toplum sadece bireyler yığını değildir. Bu bireylerin birbirleri karşısındaki yerini gösteren ilişkilerin toplamıdır. Toplum, insanı insan olarak ortaya koyduğu gibi kendisi de onun tarafından ortaya konur.” (Marks)
Evet, toplumu tanımlamak ve farklı bir adım atmak zorunluluğu vardı. M. Belli’nin sinema salonlarında “devrimci parti” kurmaya çalıştığı, Devrimci Yol öncüllerinin P-C sempatizan dinamizmini sistemli olarak eritmeye uğraştığı, Yurt Dışı’nın “P-C biziz” iddiasına karşın son derece umutsuz bir tablo çizdiği bu dönemde, P-C ve devrim mücadelesi sorularının tümünün yanıtı aynı noktaya çıkmaya başlamıştı: Örgüt, yeniden P-C yapılanması.. “ileriye doğru atılacak her adım, gerçek bir ilerleme, bir düzine programdan yeğ” idi… (Marx, Gotha Programı’nın Eleştirisi)
P-C’nin belki de olabilecek her türlü tahrifatının gerçekleştirildiği daha sonraki yılların devrim tablosunda hareketimizin özel bir yeri olması, biraz da kuruluş adımızın Leninist örgütçü irade ve inisiyatifinden kaynağını alır. Bu tür taktik girişimler, önemli bir ikilemle, oportünizm ve ihtilalcilik katalizörleriyle ayırt edilir.
Bir ideolojinin savunulmasının ancak onu pratikte yaşayarak mümkün olacağına inanan ve diğer çevrelerin buna pek niyetli gözükmediklerini anlayan MLSPB kurucuları, bu doğrultuda harcadıkları çabalardan sonra örgütün kuruluşuna yöneldiler.
O aşamada Parti-Cephe ismiyle çıkmamak, kuruluşu THKP-C/MLSPB olarak gerçekleştirmek doğru görüldü. MLSPB pratiğinin süreç içerisinde diğer samimi Parti-Cephe sempatizan ve çevrelerini de hareketlendireceği ve bir kanala akıtacağı öngörülerek, potansiyelin toparlandığı ve savaşın geliştiği aşamada isim değişikliği yapılması düşünüldü. Ve 1975 yılında MLSPB’nin kuruluşu gerçekleştirildi., sürecin mücadele programı formüle edildi.
MLSPB, Anti-Emperyalist, Anti-Oligarşik Demokratik Halk Devrimi’ni hedefler.
MLSPB, Demokratik Merkeziyetçiliği temel alır ve yukardan aşağıya örgütlenir.
MLSPB, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini izler.
MLSPB, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisinin temel yöntemi silahlı propagandadır.
MLSPB, legal ve yarı legal kitle ilişki ve kanallarında geniş olarak bulunmayı amaçlar ve devrimin bu kan damarlarını, kurulduğu andan itibaren örmeye başlar.
MLSPB, Politik askeri liderliğin birliğine inanır.
MLSPB, Enternasyonalist bir örgüttür ve dünya halklarıyla dayanışma, programında önemli bir yer tutar. Fakat, ittifaklarını, özgücüne güven ve karşılıklı bağımsızlık ve saygı temelinde geliştirir.
Stratejik savunma, stratejik denge ve stratejik saldırı aşamalarından geçecek olan Halk Savaşı boyunca gerilla mücadelesinin açtığı yolda ekonomik, demokratik, ideolojik mücadele sürdürülür.
MLSPB, üyelerinde ve tüm elemanlarında, savaşçı bir sosyalistin kültürünü ve davranış tarzını yerleştirmeyi amaçlar.
MLSPB, Gizliliği esas alır ve örgüt yapısını bu temelde geliştirir. Fakat en açık çalışma yöntemlerini, devrimci-demokrat-ilerici çevrelerle bağları da yadsımaz, önem verir.
MLSPB, Devrimini yapmış ülkelerin pratikleriyle zenginleşir. Fakat hiçbir ülkeyi kendisine model almaz. O kendi ülkesinin siyasal, ekonomik, sosyal, tarihsel ve kültürel yapısı temelinde geliştirilmiş THKP-C ideolojisi doğrultusunda savaşır ve bu ideolojiyi geliştirmeye çalışır.
MLSPB, Yeni sömürge Türkiye’de, sürekli faşizm koşullarında, halkın bağımsızlık ve sosyalizm kavgasında yalnızca gerçek düşmanlarını karşısına almaya özen gösterir.
MLSPB’nin iki konferans arası en yetkili organı Merkez Komitesi’dir. MLSPB üyelerinin oluşturduğu kadro birimleri ve buna bağlı aday kadro , aktif sempatizan ve taraftar ilişkileri, MLSPB tüzüğüne göre şekillenir.
1975 Yılında gerçekleştirilen kuruluştan sonra bir dizi eylemle varlığını kamuoyuna ilan eden THKP-C/MLSPB, legal ve yarı legal çalışmalarında ‘Devrimci Kurtuluş’ adını kullanmıştır.
En üst yetkili organ olarak Genel Komite çerçevesinde Konferans’larını gerçekleştirmiştir.
Fabrikalarda, akademik birimlerde, bölgesel çalışmalarında, Anadolu’nun çeşitli kent, kasaba, ve köyünde mücadelesini geliştirmeye çalışmıştır.
12 Eylül sürecinde, İstanbul, Adana, İzmir, Manisa, Turgutlu, Kars, Konya gibi illerde yenilen darbeler sonucu 500’den fazla devrimci, MLSPB toplu davalarında yargılanmaya başlamıştır.
Bu devrimcilerin yargılandıkları eylemlerden bazı örnekler vermek gerekiyor.