Engels, sanayi deveriminin, toplumu, burjuvalar ve emekçiler olarak bölmesinin ilk sonuçları nelerdir sorusuna şu karşılığı verir:” Birincisi, makine emeğinin ucuzluğu nedeniyle sanayi ürünlerinin fiyatları son derece ucuzladı ve el emeğine dayanan eski düzen tamamen yıkıldı. Bunun sonucu olarak da, sömürülen ülkelerin gözleri zorla açtırılmış oldu. Bu ülkeler, İngiltere’nin ucuz mallarını aldılar ve kendi el emekçilerini yok olmaya bıraktılar. Böylece binlerce yıldır hiçbir ilerleme göstermemiş olan ülkeler, örneğin Hindistan ve Çin devrime yönelmiş oldu.
Büyük sanayi bu şekilde dünyünın tüm küçük yerel pazarlarını ve dünya halklarını birbirileriyle ilişki içine sokmuş oldu. Artık, bir ülkede olan herşey öteki ülkelerde de yankılar uyandıracaktır. İkincisi, sanayi devrimi burjuva sınıfını zengin ederek egemen sınıf durumuna getirmiştir. Bunun sınucu olarak da aristokrasiyi, lonca ustalarını ve bunları temsil eden monarşiyi yoketme yoluna sokmuştu. Monarşilerin yerlerini burjuvaların çıkarlarını savunan burjuva hükümetler almaktadır. Üçüncüsü, sanayi devrimi burjuvaziyi ne ölçüde yaratmışsa aynı ölçüde proletaryayı da yaratmıştır. Çünkü, proletaryanın çoğalması ve büyümesi, burjuva sermayesinin çoğalmasına ve büyümesine bağımlıdır” diyerek özetledikten sonra, “Sanayi devriminin öteki sonuçları neler” sorusuna bir kelime ile tanım getirir:” Bunalım”…
Kapitalizm, merkezi planlama ve yönetim etkinliğinden kaynaklanan bir üretim anarşisinin üzerinde yükseliyordu. Bu durum eşitsizlik üzerinde yükselen gelişme ortamına uygun bir zemin oluşturuyordu, dolayısıyla da sistemin bileşenlerini oluşturan piyasa ilişkilerinde çatlaklar kaçınılmaz hale geliyordu. Tarihsel gelişimi içinde kapitalizm, sanayi devriminden bu yana yalnızca değişik sanayi dallarının ya da bölgelerin farklı gelişme düzeylerine sahip olmalarına değil, aynı zamanda ardarda yinelenen krizlere tanık oluyordu.
Kapitalist üretim biçiminin sınırları artık su yüzüne çıkmıştır: 1) Emeğin üretkenliğindeki gelişme, kâr oranındaki düşmeden belli noktalarda bu gelişme ile uzlaşmaz bir çelişki içine giren ve bunalımlarla sürekli yinelenen bir yasa yaratıyordu. 2) Üretimin genişlemesi ya da daralması, karşılığı ödenemeyen emeğe el konulması ve bu karşılığı ödenemeyen emeğin genel olarak katmerleşen sermayeye oranıyla; dolayısıyla, üretinde toplumsal gereksinmelere, yani toplumsal olarak gelişmiş insanoğlunun gereksinmeleri arasındaki bağlantıdan çok, kâr oranı ile belirleniyordu. İşte bu nedenle kapitalist üretim belli bir gelişme aşamasında engellerle karşılaşıyor ve başka bir öncülden hareket edildiğindi, tersine tamamen yetersiz görülebiliyordu. Bu üretim biçimi, gereksinmelerin karşılandığı noktada değil, kâr üretiminin ve bu kârın belirlenmesinin sağladığı bir noktada durağan duruma geliyordu. (8)
Büyük çapta üretim, sanayide olduğu kadar, tarında da kendini göstermekteydi. Üretici güçlerin gelişmesi ve uygulamada kazandıkları anlam, binlerce işçinin birarada çalışmasını doğuran çalışma araç ve yöntemlerini getirmiştir. Üretim giderek artan biçimde toplumsallaşırken, üretim araçlarının özel mülkiyeti nedeniyle, milyonlarca emekçinin yarattığı değer, bir avuç kapitalist tarafından gaspedilmekteydi. Bu noktada kapitalizmin temel çatışması ortaya çıkıyordu. Bu giderek daha da belirginlişen üretimin toplummsal niteliği ile, üretim araçlarının kapitalist özel mülkiyeti arasındaki çelişkiyi, bu çelişki, üretici güçlerin sürekli ve hızlı gelişmesiyle kapitalist üretim ilişkileri arasındaki uzlaşmaz karşıtlığı açıklarken, kapitalist bunalım olgusunun da kökeninde yatan nedeni vermekte ve aynı zamanda kapitalist sınıfın geçmişin diğer egemen sınıf ve katlardan ayrılan yanını öne çıkarmaktaydı.
Sınıfın bu özelliğini dile getiren Engels’in de değindiği gibi; burjuvaziyi daha önceden egemen olmuş tüm sınıflardan ayırdeden özellik şudur ki, bu sınıfın gelişmesinde, tüm egemenlik araçlarının, öyleyse en başta sermeyelerinin tüm artışının, onun siyasal egemenliğini gitgide daha elverişsiz bir duruma getirmekten başka bir sonuç vermeyen bir dönüm noktası vardır. Büyük burjuvaların arkasında da proleterler vardır. Burjuvazi, sanayisini, ticaretini ve ulaştırma araçlarını geliştirdiği ölçüde proletaryayı doğurur. Ve her yerde aynı olmayan ve mutlak gelişme derecesine erişmesi gerekmeyen billi bir anda, astarının, proletaryanın, kendisini hızla aşmaya başladığını farkeder. Bu andan itibaren, siyasal egemenliğini tek başına sürdürme gücünü yitirir: koşulllara göre, iktidarını paylaştığı ya da tamamen kendilerine bıraktığı bağlaşıklar arar.
Kapitalizm, yapısı gereği bunalıma mahkum bir sistemdi. Üretimin toplumsal niteliği ile üretim araçlarının kapitalist özem mülkiyeti arasındaki çatışma, bunalım olgusunun kökünde yatan nedeni, çünkü kapitalist üretim ister istemez toplumsal iş bölümü üzerinde yükseliyordu. Büyük işletmeler, yüzlerce ve binlerce işçiyi biraraya topluyor, kendi aralarında birbirlerine bağlanan bu işletmeler, emeği büyük ölçüde merkezileştirirken, üretime de toplumsal bir nitelik veriyor ve her meta binlerce işçiye ait değişik işletmelerdeki üretim örgütlenmesi ile üretim olgusunun genel toplumsal örgütlenmesi arasında derin bir çarpıklığı getiriyordu; üretim anarşisi, üretimin genel toplumsal örgütlenmesi bağlamında başat özellik olarak belirginleşmekteydi.
En yüksek oranda kâr amacı, kapitalistlerin toplumsal gereksinmeleri ve piyasanın gerçeklerini hesaba katmadan, ya da en azından kendi işletmelerindeki üretimi baz alarak toplumsal etmenin ikincil düzeyde ele almasını getiriyordu: İşletme düzeyinde üretimin yaygınlaşma eğilimi üretim dalları arasındaki oranlar dengesini bozuyor ve gelişme durumundaki genel kapitalist ortam sarsılıyor, bunalım doğuyordu. Sürekli kâr ve daha çok kâr… Böylelikle de üretimi genişletme, yeni sektörlere sarkma, sermayeyi artırma eğilimi, sürekli büyümeye ve çelişmeye bağlanıyordu. Marks’ın deyimiyle; kapitalist üretimin önündeki en büyük engel, sermayenin kendisiydi. Sermaye ve sermayenin yine kendisi tarafından değerlendirilmesi, bu sistemde üretimin hem açılış noktası, hem de varış noktası, hem itiş gücü hem de amacı olarak belirmekteydi. Sermaye üretim için değil, üretim sermaye için değil, üretim vardı bu düzende…
Sermayenin, gelişebilmek için üretimi yoğunlaştırması, buna karşılık ürünü pazarlamakta sıkıntıya düşmesi; yerli üretimin, pazarın taleplerinin üstüne çıkması bunalımı kaçınılmaz kılmaktaydı. Kısacası, sistem aynı anda hem piyasanın talep oranlarını yüksek tutmayı, hem de sürekli ve girerek daha fazla üretimi aynı anda sürdüremiyordu. Üretimin yükselmesi artı-değer oranının yüksek tutulmasından geçiyor, bu durumsa kitlenin alım gücünü düşük tuttuğundan üretimin pazarlanmasında sıkıntı baş gösteriyordu. Sonuç: kapitalizm yapısal bunalımın ta kendisiydi.
Bunalımlar, devirli bir biçimde ortaya çıkmaktaydı. Kapitalist çevrimler olarak adlandırılan bu devreler, bir bunalımın başlangıcından izleyen bir bunalımın başlangıcına kadarki süreci içermekteydi.
Buna göre, kapitalist çevrimler dört aşamadan oluşmaktaydı:
-Bunalım: Çevrimin temel aşamasını oluşturan bunalım aşaması, üretimin artması ile pazarlanması arasındaki çelişkiden kaynaklanıyor ve fiyatların hızla düşmesi, bağlı olarak da yoğun iflaslar, işsizlik, iç ve dış ticaretin azalması gibi olguları içeriyordu.
-Çöküntü; Bunalımın durulmasına koşut başlayan bu süreç, bunalımın neden olduğu, üretici güçlerin bir kısmının tahribi olayına karşın ayakta kalmayı başaran işletmelerin, üretimin maliyetini düşürme ve sabit sermayeyi genişletmeye yönelmelerini içermekteydi.
– Toparlanma : Sabit sermayenin genişletilmesiyle başlayan bu süreç, ayakta kalabilen kapitalist işletmelerin üretim potansiyellerinin artması ve serbest rekabet koşullarında yeniden bunalım öncesi düzeye ulaşmaları anlamına geliyordu.
-Atılım: Üretimin sınırsız çoğalma eğiliminin açığa çıktığı bu aşama, üretimin bunalım öncesi düzeyinin aşıldığı koşullar içermekte ve sermayenin sınırsız gelişme eğilimi, belli bir noktadan sonda piyasanın talep ettiğinin üstüne çıkınca, çevrim yeniden başlamakta idi.
Bütün bir serbest rekabetçi dönem boyunca süren çevrimler. özellikle büyük sanayicilerin doğduğu 19 yy. boyunca, süreci her anlamda etkileyen bir olgu oldu. İlk büyük bunalım, 1825’de Engiltere’de patlak verdi. 1836’da bu kez ABD’de patlak veren llbunalım, 1847-48’de bütün dünyayı sarsacak boyutlara ulaştı.
Marks, yaklaşan 1857 bunalımının çok öncesinde kapitalist çevrimin dikkatini sık sık İngiliz sermayesinin 1850 yılından beri içinde bulunduğu eşi görülmemiş gelişme üzerine çekmişti. Ama bu şaşkınlık verici refahın ortasında, gittikçe yaklaşan bir sanayi krizinin açık işaretlerini seçmek güç değildi. Kaliforniya’ya ve Avusturalya’ya eşi görülmemiş biçimde artan göçe karşın, bir an gelecek başkaca bir özel neden olmaksızın pazarların genişlemesi, İngiliz sermayesinin gelişme hızını artık izleyen duruma gelecektir ; ve işte bu oransızlık, tıpkı geçmişte olduğu gibi kesin biçimde, yeni bir bunalım getirecektir. (9)
1857 bunalımını, 1866, 1873, 1882, 1890 bunalımları izledi. Her çevrim, ayakta kalabilen en güçlü şirketlerin kendi sektörlerinde giderek daha da güçlenmelerini doğuruyor, üretim yoğunlaşması ve dünya pazarlarına yönelik ticaretin asıl karakteri olarak sermaye ihracının öne çıkması, sömürgecilik ve yarı-sömürgeciliğin yaygınlaşmasını getiriyordu. Bu olgularla tekelcilik olgusuyla birleşince; 1873 büyük bunalımını izleyen süreç, kapitalist sistem açısından, serbest rekabetin yıkıldığı, tekellerin ve finans kapital gruplarının dünya ölçeğinde etken güçler durumuna gediği ve çevrimlerin sürekli ve genel bunalıma dönüştüğü, bu yönüyle gelişme dinamiğinin yerini yozlaşmanın aldığı yeni bir aşamayı içeriyordu: Emperyalizm…