Reco’ya vardığımızda telefon üzerinden arkadaşlara ulaştım. ……..’nın ensesinden vurulmadığını, sadece ufak bir şarapnel parçası aldığını, tedavisinin bitip eve döndüğünü söylediklerinde içim biraz daha ferahlamıştı. Ancak üç arkadaşın ölümsüzleşmesi, gece boyu uykusuzluk çekmek için yeterli bir gerekçeydi. Havanın aydınlanmasıyla birlikte, araca binip yola çıktık. Eve vardığımızda …….. dinleniyor, arkadaşlar yarasına pansuman yapıyorlardı. Biraz zaman geçtikten sonra, muhabbeti açma gereği duydum;
“- Nasıl oldu, anlatabilecek misin yoldaş?”
“- Valla şimdi nereden başlasam ki? En baştan başlayım istersen?”
“- Olur valla. Sen biliyorsun…”
“- Eylemin olduğu gece bize telefon geldi. Zaten biliyorsunuz, ben, Ulaş birde ……. aynı yerde bekliyorduk. Arkadaşlar insana ihtiyaç olduğunu, Keviré Ker’in düştüğünü, eyleme çıkılacağını söylediler. Biz de tamam dedik. Normalde ……. ile ben gidecektim ama Ulaş çok ısrar edince onla birlikte gittik. Araca binip yola çıktık. Toplanma noktasına gittiğimizde Trej ile Nurhak oradaydı…”
“- Nasıl yani? E en baştan konuşmuştuk. Bizden her eyleme, aynı anda, en fazla iki kışı çıkacak diye…”
“- Öyle öyle zaten de…”
“- De?..”
“- Arkadaşlar Trejlerin bulunduğu köye gidip, yerel güçlerden insan almaya çalışıyorlar. Sanırım biraz korktuklarından kaynaklı kimse gitmek istemiyor. Bunu görünce bizimkiler de “Biz gideriz” diye atlıyorlar. Arkadaşlar; “sizden arkadaş geldi yeter bu kadar” diyor, ama nafile. Bizimkiler ısrar ediyor işte. Hatta baya sert bir tartışma oluyor. Ama bakıyorlar insan yok, kabul ediyorlar en sonunda. Bizim de geldiklerinden, eylem başlamaya yakın haberimiz oldu anca.”
“- Anladım. E yukarısı nasıldı peki? Nasıl oldu yani? Nasıl düştü arkadaşlar?”
“- İşte bizim kol her zamanki gibi dokuz kişilikti. Gece sisten istifade ederek tepeye doğru ilerlemeye başladık. 1-1,5 saat yürüdük sanırım. Hem yükten kaynaklı hem de görüntü vermemek için yavaş hareket ettik malum. Tepenin ağzına kadar hiçbir sıkıntı yoktu. Keşfin sesini bile almıyorduk. Dedik bu gece şanslıyız ki tam o sırada sağlı-sollu ateşe aldı alçaklar. Tepe ağzına pusuya yatmışlar meğerse. İlk anda yanımızdaki arkadaşlardan vurulup düşenler oldu. Yaralandılar. Neyse ki arazi kayalık. Sık bir kayalığın arasına attık kendimizi hızlıca. Sis olunca bir de tam tespit edemediler sanırım bizi. Kayalıklar arasında sağı-solu görecek şekilde verince sırt sırta, pusuyu kırmamız taş çatlasın 10 dakikamızı aldı. Ama işte yanımızda hem yaralılar vardı hem de olayın sıcaklığıyla mühimmatı fazla hızlı tüketmişiz.
Yaralıları aşağıya indirmek, köyden cephane getirmek gerekiyordu. Bundan kaynaklı o kayalığın arasında bekleyip köy ile bağlantı kurduk biz de. Köyden insan eksiltemeyeceklerini söylediler. Onun için bizim inmemiz gerekiyordu. Valla yaralıların cüssesini görünce, ben dahil herkes kaldı bir an, kimse atılmadı öne. Bir de dönüşte cephane gelecek, o da var tabii. O kadar yorgunluğun üzerine inmek istemiyordu kimse aşağıya. Sonra işte Ulaş arkadaş fırladı birden. Dedi; “Ben alırım yaralılardan bir tanesini. Dönüşte de getiririz cephaneyi.” Sanırım onun o küçük cüssesi ile öyle cüretkâr yaklaştığını görünce, diğer yerel arkadaş da etkilenip; “Ben de giderim.” dedi. Yaklaşık 1 saat kadar gidip gelmelerini bekledik. Açıkçası ben daha uzun sürer diye düşünüyordum. Ama hemen gidip geldiler. Onlar geldikten sonra, onların biraz soluklanmasını bekledik. Malum, öyle hızlı gidip gelince, bir de o yükle, yorulmuşlardı yoldaşlar. 10 dakika kadar bekledikten sonra, harekete geçmek üzere hazırlandık. Harekete geçtikten sonra, tepedeki ilk beton mevzilerde karşılaştık alçaklarla. Zaten o an ilk Nurhak’ın sloganını duydum. Yıldırım gibi bir sloganla daldı düşman mevzisine yoldaş…”
“- Neydi slogan?”
“- “Mahir, Hüseyin, Ulaş…” sloganını attı. Zaten ilk Ulaş yoldaş, sonra hepimiz eşlik ettik ona. Ardından daha başka birçok slogan; “Biji Serok Apo!”, “Biji Berxwadane Efrin!” falan… Arka arkaya sıralanmış iki beton mevzinin düşmesi en fazla iki ya da iki buçuk saat falan sürmüştür. Neredeyse 5-10 metrelik bir mesafede, yakınlarına kadar girmiştik. Bazıları ile çatışırken göz göze bile denk gelebiliyordun. O mesafeden el bombaları falan… Fazla sıcak geçti o iki saat yani. Ama inanki bizimkiler de hep önde vuruyordu gerçekten. Bir adım geri atmadılar. En sonunda öylesi bir ateş gücüne dayanamayıp kaçmak zorunda kaldı alçaklar. Mevzileri aldığımızda, çok fazla yarası olan bir arkadaş yoktu. Durumumuz iyiydi hatta. Diğer eylem kolu ile de birleşince dedik sırtımız yere gelmez. Ekstra bir takviye de gelmişti onun dışında aşağıdan. Ama boşluğumuza geldi işte. Tam mevzilenme sağlamadık. Öyle beklerken bir anda ilk baskını yedik. Bir anda yiyince baskını, orada ciddi kayıplar verdik ama kendimize gelmemiz uzun sürmedi.
Sabaha karşıydı herhalde tam hatırlamıyorum ama tekrardan püskürttük. Biraz nefes almamızı sağladı. Yaralıları, cenazeleri falan mevzilerin içine çektik. Sonra irtibat kurduk, destek istedik, bekliyorduk. Bir anda çok hızlı gelişti her şey. Normalde keşiften kaynaklı, hareket etmeme kararı almıştık. Ama bizim Trej (Alişer), aşağıda bir yoldaşın kaya arasında yaralı kaldığını görünce dayanamıyor gitmek istiyor. Zaten Nurhak ile yan yanaydı. Yanlarında arkadaşlar da vardı. Nurhak başta itiraz ediyor ama Trej’in ısrarı karşısında kabul etmek zorunda kalıyor. Yanlarındaki arkadaşlar ne kadar diretse de dinlememişler işte. Mevziden çıkmışlar bir anda. Tam yaralının yanına giderken, keşif görüyor sanırım. O şekilde obüsle vuruluyorlar.
Biz vurulduklarında fark ettik. Ulaş zaten benim yanımda mevzilenmişti. Arkadaşlardan birisini de yanımıza alıp, “belki yaralı çıkmışlardır, kurtarırız” diye almaya gittik. Yanlarına vardığımızda, yanımızda gelen heval, Nurhak’ı, Ulaş ve ben de Trej’i kaldırdık geri çekiyorduk. Ki sanırım keşif o sırada bizi de fark etti. Tam kaldırmış taşırken, benim ön tarafıma, arkadaşların arka tarafına olacak şekilde iki top düştü. Sanırım onların sayesinde kurtuldum. Basınç ve parçalar önce onlara değdiği için ben çok bir yara almadım. Ama yine de sonrasını çok hatırlamıyorum. Arkadaşların anlattığına göre; beni oradan hızlıca çıkarmışlar. Sonrasında düşman hem uçak hem obüsle tüm mevzileri dövmeye başlamış zaten. Ardından da yine bir baskın yemiş bizimkiler. Ben kendime geldiğimde çemberin içindeydik. Direkt burayı aradım zaten. Sonrası malum, siz de görmüşsünüz. Geri çekildik işte…”Keviré Ker’in, üçlerin öyküsü bu.
Öyle ya; Nurhak’ın eylemi sırasında attığı slogan tarihsel bir hatırlatmanın ta kendisiydi. O eylemi ve sloganıyla; Kızıldere’yi işaret etmiş, o ruha uygun bir kavga pratiğini, yanındaki yoldaşlarına omuz vererek gerçekleştirmişti. Ulaş’ın eylemi sırasındaki azmi ve fedakârlığı; “Yok. Ya da kaldı mı onlardan?” denilen bir dönemde; “hala devrimciler var” haykırışından başka bir şey olarak görülmemeli. Trej’in bir yoldaşını kurtarabilmek uğruna, deli fişek yürümesi ölüme, kimilerinin vicdanını sızlatmak için yeterli bir eylemdi.Bir gün birileri bize sorarsa; “Efrin direnişi nedir?” diye; “Efrin direnişi 30 Mart, Efrin direnişi Kızıldere’dir!” diyeceğiz.